Yunan Adaları -1
Leros:
Ertesi gün fırtınamsı rüzgar olacağına dair bilgimize rağmen Tayfun tam kuzeye yol alıp Leros’a gitme planından vazgeçmedi.Aslında tekneler için son derece hırçın olan bu rota yerine daha mülayim ve rüzgarı tam kuzeyden değil yandan alan rotayı tercih edip önce Kalimnos’ a gidip bir gece orada konaklayıp sonra Leros’ a geçmemiz önerilmişti ancak zoru seven Tayfun tabii ki öyle yapmadı.Bence bunda Kalimnos ile ilgili duyduğu bazı olumsuzluklar da rol oynadı; mesela dağlık Kalimnos halkının coğrafi koşullar nedeniyle hırçın ve asık suratlı olduğunu duymuş ve okumuştu.Ziraate izin vermeyen bu coğrafi koşullar ada halkını sadece balıkçılık ve süngerciliğe mahkum bırakmıştı.Türk teknelere en son kapısını açan ada pek misafirperver değildi anlatıldığına göre. Aslında Leros ve Kalimnos tarihte birliktelik kurmuş ve Kalyndia olarak anılmışlardır ancak Leros halkının yumuşak ve ziraate olanak veren coğrafyası nedeniyle sakin, yumuşak, misafirperver ve yardımsever olduğu belirtilmişti ki biz de Leros konaklamamızda aynı izlenimleri aldık. Bodrum’ dan kuzey yönüne yaptığımız 6 saatlik tekne yolculuğu için zorlu terimini kullanabilirim çünkü şiddetli rüzgar ve 2 metreye yaklaşan dalgalar taşıt tutması sorunu olan benim zor saatler geçirmeme yol açtı ; ancak Tayfun gayet keyifli bir 6 saat geçirdi.
Leros’ ta Lakki’ de Leros Marina önlerine geldiğimizde artık mide bulantım geçtiyse de rüzgarlı ve dalgalı yolculuğun bende bıraktığı sersemlik saatlerce devam etti. Marinadaki yerimiz çok güzel oldu çünkü pontonun en dışındaydık ve yanımızda tekne yoktu.Önümüzdeki tekneler de çıkınca üç yanımız boş kalmış oldu ve bu nedenle bu marinada bir değil iki gece kalmaya karar verdik.Rüzgar aynı şekilde adada da devam etti ancak bu durum sıcaktan bunalmadan konaklamamızı sağladığı için avantaja dönüştü benim açımdan. Leros adası 12 adalar diye anılan adaların içinde.Kalimnos ile Lipsi adaları arasında yer alıyor.Ada kuzeybatıdan güneydoğuya uzanan ince uzun bir dört yapraklı yonca şeklinde çünkü kuzey,doğu,güney ve batısında tüm fırtınalara liman olabilecek çok korunaklı dört koya sahip ve bu koylar doğal şeklini veriyor. Yunan karasına ilk çıkışımız Leros’ tan olduğu için buradan pasaport girişi yapmamız gerekiyordu.Biz bu işler için bir acente ile anlaştık.Çok neşeli bir Yunanlı olan George ile tanışmaktan da mutlu olduk.İlk başlarda Yunanistan’ da telekomünikasyon şirketinde başarılı bir kariyeri varken plazalarda çok çalışırken hayatı ıskaladığını farketmiş.Tekrar hayat planı yapmak için işini bırakmış.İki hafta Dominik Cumhuriyeti’nde tatil yapmaya gitmiş.Oraya ve insanlarına bayılmış.Sakin ve basit ama mutlu bir hayat sürüyorlarmış.Ondan sonra yılın altı ayı Leros’ ta altı ayı Karayiplerde yaşamaya karar vermiş.Kış sevmediği için kış görmediği bir yaşam şekline geçmiş.Dominik Cumhuriyetinde hemen denizin dibinde bir evde yaşıyormuş.Çok mutlu bir hayat sürüyormuş.Kendi puro markasını yaratmış.Acun’ u tanıyormuş.Acun Medya birçok ülkeye Survivor çektiği için Dominik Cumhuriyetinde oldukça büyük bir kuruluş olarak çalışıyorlarmış.George’ nin gördüğüne göre Acun hep telefondaymış iş nedeniyle.Çok çalışıyormuş.’Yaşamaya zamanı yok gibi gördüm ‘diyor George.Leros’ta da bu aracılık işini yapıyor .Belki başka işleri de vardır.Çok neşeli, sempatik, tanınmaya değer bir kişilk sevgili George.
Biz ilk akşam Pandeli koyuna gitmeyi tercih ettik.Taksi ile Leros Marina ‘dan 5 dakikada Pandeli’ ye ulaştık,Taksi şoförümüz konuşkan ve neşeli bir adamdı. Pandeli köyü yüksek tepelerdeki kale ve yeldeğirmenlerinin altında yer alıyor.Kale 11.yüzyılda Bizanslılar tarafından kurulmuş ve Rodos Şövalyeleri tarafından güçlendirilmiştir.Kalenin devamında yine zirvede altı adet yeldeğirmeni yer alır.Bu kale ve değirmenler geceleri ışıklandırldığı için adaya farklı ve güzel bir görünüm vermekteler. Bize tavsiye edilen restaurantlardan biri olan Zorbas’ a sorduk; yer varmış , oturduk.Deniz kenarında,küçük taşlı sahile masaların atılmasıyla oluşmuş şirin bir Yunan restaurantı.Bir salata, üç çeşit meze,bir dondurma ve içecekler 74 euro tuttu.Müşterilerin hemen hepsi bayram olması nedeniyle Türktü.


Samos:
Samos’ a yelkenli ile 5 saatte ulaştık.Bunun 3 saatini yelkenli ile geldi Tayfun.Gerçi ben hepsine şahit olamadım çünkü maalesef benim taşıt tutması rahatsızlığım var ve ileri seviyede.Bu nedenle uzun seyire çıkmadan önce dramamine alıyorum,o da bende çok uyku yapıyor.Taşıt tutması zaten kendisi de uyku yapan birşey.Bu durum beni yolculuğun büyük kısmının zevkini çıkarmaktan mahrum ediyor.
Samos Kuşadası Dilek Yarımadasının devamı gibi bir ada.Adanın güneydoğu köşesinden Dilek Burnuna mesafe bir deniz mili.Beni çok şaşırtan bir ada oldu Samos çünkü Yunan Adalarında böylesine yeşil ve verimli bir ada göreceğimi sanmamıştım.Burası aslında bizim bereketli ve cennet Dilek Yarımadamızın bir devamı gibi.
Ada milattan önce 6.yüzyılda Polykrates hakimiyetinde varlığının doruğuna ulaşmış.Polykrates Samos’a şair ve sanatçıları davet etti.Burası onun egemenliğinde iken antik Yunan dünyasının en büyük üç mühendislik başarısına imza attı: 1- Pythagoriondaki liman 2-Pythagorion’un hemen arkasındaki su yolu ve tünel ( bundan Samos’ taki ikinci günümüzde bahsedeceğim ) ve şu anda kalıntılardan ibaret olan Hera tapınağı .
Samos daha sonra Atina’ya ,sonra da Romalılara geçti.Romalılar buraya hiç hizmet etmeyip sadece yağmalamış.Roma işgalinden sonra kısa Bizans dönemi dışında korsanların yuvası oldu ve 1566 ‘ da Osmanlı’ya geçti. 1912 ‘ de Yunanistan ‘ a bağlandı.
Samos’ ta Samos Marina’ ya bağlandık.Çok rüzgarlı bir hava vardı .Bu nedenle bizi bir katamaranın önüne aldılar ve tam marina ofisine yakın bordoladık.Burada tuvalet ve duşlar Leros Marinadakiler kadar temiz ve modern değildi ama idare ettik iki gün.Uzun kalanlar için bana göre sıkıntılı bir durum yaratır bu.
Gün içinde teknede biraz dinlendikten sonra akşam üzeri Pythagorion merkezine yürüyerek gitmeye karar verdik.Aslında kısa bir yaya yolu var bunun için ancak bu yaya yolu kanalizasyon arıtma merkezinin yanından geçiyor ve bu nasıl bir merkez ise yanından geçerken insan atıklarının çok büyük havuzumsu bir çukurda havalara zıplayıp geri döndüğünü görüyorsunuz.Elbette koku da çok fena.Oradan geçerken çok sıkıntı duysam da Pythagorion’da geçirdiğimiz iki gün boyunca toplamda dört kez geçmek zorunda kaldık ve her biri bana ayrı bir sıkıntı verdi.
Ondan sonra önce plaj başlıyor.Ardından ağaçlar altındaki güzel bir kafe( Two Spoons) ile yol devam ediyor.Pythagorion’daki favori tavernamız Faros ile başlayan tavernalar sırasını takip edip Pythagorion merkeze varıyorsunuz.Burası belki de tarihin en önemli matematikçisi sayılabilecek Pisagor’ un memleketi ve solda deniz kıyısında,çocuk oyun parkının önünde Pisagor anıtı var.
Anıtın önünde fotoğraflarımızı çektikten sonra Pythagorion’ un ana caddesi sayılabilecek caddeye yöneldik.Burada pek çok mağazalar var.Butikler,araba kiralamacılar,marketler,kafeler,dondurmacılar,takı dükkanları.Biz epeyce pil aramakla uğraştık.Teknemizin platformunu açıp kapatan kumandanın pili bitmişti.Yuvarlak,büyükçe bir pil ama anlaşılan biraz zor bulunan bir pilmiş.Önce markette sorduk.Kasa elemanı işini bırakıp bize hangi dükkanda bulabileceğimizi anlattı.Çok yardımseverdi.Bahsi geçen dükkanda bulamadık ancak onlar da bizi bir takıcıya yolladı.Çok şaşırdım ama orada bulduk.

Ondan sonra aşağı yukarı on tane araba kiralamacıya uğradık ancak bayram tatili olduğu için adayı dolduran vatandaşlarımız tüm araçları kiralamıştı.Seçtiğimiz Faros taverna geldiğimiz yolun başındaydı.Oraya doğru gitmek için geri döndüğümüzde sağımızdaki barda Türkiye-Gürcistan maçının televizyondan verildiğini ve büyük kafe-barın hınca hınç vatandaşlarımızla dolu olduğunu gördük.
Faros tavernada masalar doluydu ancak müşterilere yön gösteren hanım , ki sanırım kendisi sahibi veya sahibinin eşiydi, bizi altı kişilik bir masaya aldı hiç tereddütsüz.Bu tavır hoşumuza gitti .Üstelik bu masa diğer masaların bir basamak üstünde yer aldığından deniz manzaramız da güzeldi.Bu hanım olsun garsonlar olsun çat pat Türkçe kelimeler biliyordu.

Ismarladığımız yemekleri çok beğenince şefe teşekkürlerimizi bildirin, herşey çok güzeldi deyince şefin Türk olduğu ortaya çıktı.Şef Emrah hem çok sempatik hem de mütevazi yetenekli bir şef.Samos’ tan önce Ukrayna’ da çalışıyormuş ama aslen İzmirliymiş. Şef ‘ Yarın da gelin, deniz ürünlü karbonara yapacağım ‘ deyince ertesi akşam için de masamızı ayırttık.
Yürüyerek marinaya gitmek için yola çıkınca sevimli kafede ( Two Spoons) oturmaya karar verdik.Kahve,macha latte ve dondurmalarımızı ısmarladık.Hepsini beğendik.Sonra maalesef o devamlı motoru çalışan atık havuzunun yanından geçerek teknemize vardık.
Ertesi gün akşam üzerine dek teknede oturduk, okuduk,yazdık.Saat beş gibi marinanın hemen yanındaki plaja gidip denize girdik.Dönünce duş alıp yine Pythagorion’ a gittik ve maalesef yine atık havuzunun yanından geçtik.Pythagorion’ da çarşıda biraz dolaştık,liman polisine transit logumuzu imzallattık ve tekrar Faros tavernaya gittik.
Şef bize deniz ürünlü karbonara ve büyük bir fagri balığı gönderdi.İkisi de çok nefisti.Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki onbeş günlük Yunan adaları gezimizin en lezzetli ve en klas iki akşam yemeğini Şef Emrah’ ın mutfağından yedik.
Ertesi gün demir alıp adanın güney batı ucundaki Ormos’ a gideceğimiz için dinlenmeye çekildik.
Bayramın son gününden önce kiralık araba bulamadığımızdan Samos adasında kalışımızı bir gün uzattık ve yine de zar zor bulduğumuz bir araba ile Samos’ u karadan dolaştık.Aracımız eski ve manuel bir Suzuki cip oldu; ona da şükrettik.Birçok teknik sorunu vardı ama bir tek gün bizi idare eder deyip sabah yola çıktık.
Samos’ ta kaldığımız ikinci marina olan Ormos Marina’nın bulunduğu Marathokampos minicik bir yerleşim.Bir market,bir fırın,5-6 tane kafe,taverna ve bazı pansiyon ve oteller var.Buralarda ‘ studios ‘ terimi çok kullanılıyor.Bunlar daha çok apart gibi kiralanıyor ve Samos’ta çok stüdyo var turistler için yapılmış.Bu küçücük yerde araba kiraladığımız Dimitri’s de doğal olarak marinanın karşısında yer alıyor.Akşam yemek yiyip yemeklerini beğendiğimiz Tratanın mutfağının tam yanında minicik ofisi.Zaten çalışan da devamlı durmuyor.Telefonla çağırıyorsun,gidiyor,geliyor.
Marathokampos Sahilinde gece
Sabah 24 saatlik kirası 50 euro olan minik cipimize alıp yola çıktık.Kliması elbette ki çalışmıyordu.Bazı gösterge ışıkları yanıyordu ve çok gürültülü çalışıyordu ancak başka da seçeneğimiz olmadığından hiç birini kafaya takmadık.İlk önce adanın kuzey doğusunda bulunan adanın en büyük şehri ve yönetim merkezi olan Vathi’ yi görmeye karar verdik.
Vathi
Vathi’yi Samos town veya Samos isimleriyle de bulabilirsiniz.Yukarıdan aşağı inerken birden karşınıza çıkıyor ve şaşırıyorsunuz çünkü Pythagorion ve Marathocampostan sonra böyle bir bir yerleşim yeri asla beklemezsiniz.Kuşadası kadar büyük görünüyor.Gerçi Kuşadasının nüfusu 130 bin iken buranın nüfusu 40 bin olduğuna göre belki bana öyle geliyor.Vathi’ ye giderken daha önce adada görmediğimiz Orta doğu ve Afrikalı göçmenleri görmeye başlıyoruz.Genellikle gençler ve yine genellikle gruplar halinde yürüyorlar.İyi ve temiz giyimliler.Vathi-Samos Town ‘ da arabayla bir tur atıyoruz.Bu kadar büyük bir yerleşim birimi fazla zaman geçirmek istediğimiz bir ortam değil çünkü.Birçok oteller,barlar,kafe ve restaurantlar var. Adanın idari merkezi aynı zamanda.
Biz rotamızı kuzey-doğudan güney doğuya çevirerek sevgili Pythagorionun biraz üstünde yer alan iki tarihe yere gitmeyi tercih ettik : Panagia Spiliani ve Euphalinos Tünelleri.
Bunlar zaten birbirine çok yakın, Panagia Spiliani manastırı yüksekte kurulmuş.Pythagorion ve çevresinin manzarasına yüksek bir balkondan bakar gibisiniz.Keyifli bir bahçesi var.Ancak asıl sürpriz arkada.Orada basamaklarla inilen güzel ve serinletici bir mağarası var.
Oradan Euphalinos Tünellerine gittik.Adada bu kadar şaşırtıcı bir tarihi ve işlevsel yapı olduğu hiç aklıma gelmemişti.Gerçi Leros’ taki susuzluktan sonra Samos ‘ ta suyun bol olduğunu ve çeşmelerden tuzlu değil tatlı su aktığını farketmiştik ancak bu kadar şaşırtıcı bir su tünelleri ve sarnıçlar topluluğu ile karşılaşacağımız hiç aklımıza gelmemişti.Milattan önce altıncı yüzyılda Kastro Dağından aşağı su getirmek için oluşturulan 1036 metre uzunluğunda ve çok derin bir su tüneli.Çok şaşırtıcı.
Tünelin varlığını dünyaya ilk bildiren Herodot olmuş.Herodot Samosluların Eski Yunan dünyasındaki en önemli inşaat ve mühendislik becerilerinden üçüne sahip olduğunu ve bunlardan birinin de bu tüneller olduğunu bildirmiştir.Denizden 52 metre yukarudaki bir kaynaktan hergün 400 metreküp suyu 1036 metre uzunluğunda, 1,5 metre genişliğinde ve sekiz metre derinliğinde tünelle şehre getirdiklerini tarihe ilk yazdıran Herodot olmuştur. Bu tüneller Megaralı mühendis Euphalinos’ un dahiyane hesaplamaları sonucu oluşabilmiştir.Aslında kuzey ve güneyde iki ayrı tünel yapılmış ve bu iki tünel birleştirilmiştir.
Bu tünelleri gezmeniz için iki çeşit tur var.20 dakikalık kısa tur ve 40 dakikalık uzun tur.Biz gittiğimizde kısa tur başlamak üzere olduğu için hemen ona katıldık.Başınız için kasklar veriliyor ve bunlar gerçekten çok gerekli.Çok derin ( sekiz metre) tünelin içinde yürümeniz için yapılmış demir örgülerin üzerinde yürüyor ve altınızda gördüğünüz tünelde zaman zaman suyu görüyorsunuz.İlginç bir deneyimdi.Hayranlık duymamak elde değil.Bu sayede antik Pythagorion şehrine su sağlanmış.Küçük tur için giriş ücreti sekiz euro.
Aşağı indiğinizde hemen deniz ve kale ile karşılaşıyorsunuz.Burada büyük bir ücretsiz otopark alanı var.Otoparkın hemen yanında güzel bir plaj var.O plajdan denize girip ıslak saçlarımızla Pythagorion şehrine yürüdükBu plajın bir özelliği var.Tüm adada denize giriş taşlı.Taşlar iri iri.Ama bu adada taşların arasında bir metre genişliğinde kumluklar var ve oralardan rahatça denize giriyorsunuz.Yoksa ada plajlarından denize girmek için bence deniz ayakkabısı gerekli.
Bu plajdan Pythagorion ‘ çok rahatça yürünüyor.Kısa bir yol..Yat limanının hemen karşısında pizzamızı ,sonra da Luigi’ de dondurmamızı yiyip arabamıza geri döndük ve rotamızı kuzeye kırarak Kokkari Köyüne gittik.
Bu arada şunu belirtmeliyim ki Samos’ ta doğa çok güzel.Kuşadası ve Fethiye doğasına benziyor.Güneybatıdan yola çıktığımızda çam ormanlarının içinde yolumuza devam ettik.Arada bereketli düzlükler görünüyordu.Kuşadası gibi zakkumlar çoktu.Zaten Samos ‘ un doğusuyla Dilek Yarımadası o kadar yakın ki insana sanki elini uzatsa karşı yakaya değecek izlenimi veriyor.Kuzey tarafta üzüm bağları görmeye başlıyorsunuz ve yükselti arttıkça bunların sayısı giderek artıyor.Adanın kendi şarapları var.Üzüm bağlarının fazlalığını görünce bu şarapların ada için bir geçim kaynağı olabileceğini düşündüm.Adada seyahat ederken gerçekten müthiş bir doğada seyahat ediyorsunuz.Muhteşem ,sık ormanlar,bağlar, zakkumlar,güzelim çamlar.O arada sıkça karşınıza çıkan harika deniz ve köy manzaraları tek kelimeyle büyüleyici.Kokkari deniz kıyısında bir köy.Güzel bir köy.Orada da yine birçok plajlar var.
Kokkari’den kuzey -batıya devam ettikçe birbiri ardına güzel plajlar sıralanıyor.Çam ormanları arasındaki bu güzelim plajlar arasında belki en ünlüleri Lemonakia Beach.Ancak Samostaki birçok plaj oldukça sakin ve az sayıda şezlong içerirken bu plaj tamamen işletmelerin şezlonglarıyla doluydu.Zaten küçük bir plaj olduğu için adım atacak yer yoktu desem abartmış olmam.
Pythagorion’ da hemen ücretsiz araç parkının yanındaki plajda ücretsiz duş vardı.Burada ise bir işletmenin duşunu kullandım.Samosta sadece iki plajdan denize girdiğim için tüm plajlarında ücretsiz duş olup olmadığını söyleyemeyeceğim.Ancak görebildiğim kadarıyla plajlarda aşırı bir şezlong yığılması yok.İnsanlar sakin sakin kendi havlularında,sandalyelerinde güneşlenebiliyorlar.Ayrıca pek çok plajda ücretsiz şezlong olduğunu da duydum.
Kuzey batıda yer alan Karlovasi’ye dek sahilden ilerledik. Karlovasi mütevazi bir sahil köyü.Orası da güzel görünüy..Karlovasi’ den Platanos köyüne çıkacak şekilde kuzeyden güneye doğru saptık ve denizden uzaklaştık.Yaklaşık 27 kilometre yine güzelim bağlardan,ormanlardan geçtikten sonra Platanos köyüne geldik.Burası bir dağ köyü ama tepeden deniz görünüyor.Ferah,güzel bir köy.Meşhur 4,8 google puanlı Orizontas lokantası var.Köyün çıkışında çok hakim bir manzaraya kurulmuş.Sahil şeridinden bu kadar uzağa kurulup bu kadar talep görmesi şaşırtıcı.Çok başarılı olmalı şef.
Platanos köyü için neredeyse adanın tam kabinde diyebiliriz.Buradan aşağı doğru bizim kaldığımız Ormos’ a giderken güzelim Marathokampos köyünden geçtik.Daracık sokakları,güzelim evleri ve büyük,güzel kilisesiyle çok güzel bir dağ köyü ancak denize çok yakın.Minik cipimizle daracık sokaklarından geçerken zorlandık diyebilirim.Arkamızda ise büyük bir cip vardı.En sonunda öyle bir noktaya geldik ki çıkmazdı.Oradan dönerken arkamızdaki cipin oraya parkettiğini gördük.İçinden çıkan ise gösterişli, sarışın bir Avrupalı anne, iki tane çok tatlı sarışın çocuk ve minik bir köpek.Biz şaşkınlıkla baktık.Bu anne ( Alman veya İskandinav gibi görünüyordu ) bu iki küçük çocukla bu sarp sayılabilecek dağlık köyde mi kalıyor veya tatil yapıyordu ? O da bize bakıp güldü ve Tayfun’ a İngilizce ‘ Sen iyi şoförsün’ dedi.
Platanos Dağ Köyü
Daha sonra çılgın rüzgarlı Ormos’ umuza kavuştuk.Yüksek dağların denizle buluştuğu yerler çok rüzgarlı olurmuş, çünkü yeryüzü daha hızlı soğuduğu için aradaki ısı farkı bu şiddetli rüzgarlara sebep olurmuş,Ormos’ta kıyıya bağlı teknemizde otururken inanın uçacağız sanıyordum.Bakalım yarın bu rüzgarda nasıl denize açılacağız.Gerçi bu şiddetli rüzgarda asıl zor olan kıyıya bağlanmak.Tayfun onu başarıyla yaptı.Demir almayı da yapar ,inanıyorum.
Marathokamposta Limanda Trata Lokantası
Tekneden Marathokampos
Ertesi sabah Ormos Marina ve Samos’ u terk edeceğimizden dolayı liman polisini arayıp çıkışımızı yaptırmak istedik ancak Ormos’ ta liman polisi yokmuş.Marina görevlisi Stefan bize polis çıkışı yapmamız gerekmediğini ve çıkabileceğimizi söyledi.Bu konuda başka da bir fikrimiz olmadığından ‘ aaa, öyle mi ‘ dedik ve demir aldık.
Bu arada Stefandan bahsetmesem olmaz; onu da biraz anlatmak istiyorum.Stefan bir Alman.Hangi sebeple Samos’ un Ormos’ unda sevgili köpeği Şiva ile yaşamaya karar vermiş bilmiyoruz.Marina’ nın tek görevlisi.7/24 çalışıyor.Aslında burası marinadan çok balıkçı barınağı gibi.Kadın ve erkek tuvaleti birer tane ve duş da aynı birimin içinde.Stefan’ ın çalışma odası minik bir konteyner ve çalışma masası üzerindeki toz abartmıyorum ,yarım parmak ve tozlu masanın üzerinde evrak alışverişi yapıyoruz.Bir tane orta boy kavanoz var bu masanın üzerinde ve içinde yüz avrolar,elli avrolar var.Bahşiş kavanozu olduğu anlaşılıyor.Belki aylarca marinada kalanlar bu bahşişleri veriyordur ancak bizim gibi kısa kalanlar 10-20 avro verir diye düşünüyorum ;fakat Stefan teknecileri yönlendirmek için olsa gerek küçük paraları pek bırakmamış kavanozunda.Kendisi akşamları dışarıdaki masanın yanındaki tahta sırada uyuyor.Ancak bir tane de karavanı var.Muhtemelen soğuk havalarda da onu kullanıyor.Ofis konteynerın yanındaki ahşap masada daima üç- beş bitmiş bira kutusu oluyor ve epeyce sigara içiyor.Akşam yemeklerini hemen yanındaki Trata’ da yiyor.O zaman tişörtünü giyiyor.Onun dışında sadece mayoyla dolaşıyor.Akşam yemeği sırasında Şiva da yanında, ancak masasında başka kimse olmuyor ve başka insanlarla da iletişim kurmuyor.Son derece ilginç,adeta roman kahramı gibi bir kişilk.Anladığım kadarıyla 7/24 ve 365 gün çalıştığından dolayı bütün kusurlarına rağmen işvereni tarafından vazgeçilmez bulunuyor.
Samos maceramızın bittiğini sanıyorduk ama meğer bitmemiş.Samos’tan güneye doğru yol alarak Agatonisi adasına geçtik.Burası çok küçük,200 kişinin yaşadığı bir ada.Ana limanına ev sahipliği yapan koy çok güzel ve buraya hergün 2 kez feribot uğruyor.Cuma 17.00 de gelen feribottan 10 tane araç indiğini görünce epeyce şaşırdık.Muhtemelen insanların burada yazlıkları var ve aile babaları cuma akşamı geliyor diye düşündüm ama tabii bu savım doğru olmayabilir.
Liman polisine gidip kaydımızı yaptırmak istediğimizde Samos çıkışımızın görülmediğini söyledi; biz de anlattık durumu.Bunun üzerine mutlaka Samos çıkışımızın görülmesi gerektiği,yoksa ceza ödeyeceğimizi söyledi.Genç,sevimli,konuşkan ve yardımsever biriydi.Böylece acemiliğin cezasını ödemiş olduk.Bir adaya giriş yaparsanız mutlaka koşullar ne olursa olsun çıkışınızı da onaylatın liman polisine.
Agatonisi’ den tekrar Leros’ a geçtik.Pandeli koyunda demirledik.Ortaçağ kalesi ve yeldeğirmenleri karşısında demirlemek çok hoştu.Gece kaleyi ve değirmenleri ışıklandırdıklarında daha da hoşlaştı.Bir de kırmızı bir mehtap çıkmasın mı !.Harika bir gece oldu.Çevremizdeki tekneler sessizdi.Koydaki tavernalardan gülüşme ,konuşma sesleri geliyordu.Güzelim mehtap,ışıklı kale ve değirmenler unutamayacağımız bir gece yaşattı bize.
Lipsi:
Sabah Leros’tan demir alıp ana limanımız Lipsi’ ye gitmeden önce Lipsi çevresinde yer alan 20 minik adadan Makronisi’ye uğradık.Makronisi Havala Takımadalarının en büyük üyesi.Son derece ilginç yeryüzü şekillerine sahip.İnsan yaşayamayacak kadar küçük bir ada ancak falez gibi ilginç şekiller oluşmuş burada.Biz tekne ile bir mağara girişini gördük ancak deniz çalkantılı ve hava rüzgarlı olduğu için botu indirip girmedik mağaraya.Adanın diğer tarafına dolaştığınızda ise krater gölü şeklinde bir deniz girintisi var burada.Ancak hava koşulları uygun olmadığından biz bağlanıp bu denize girmedik.
Daha sonra çok yakındaki Lipsi adasına doğru yola çıktık.Önce ana limana girdik ancak koca teknelerle yanyan bir gece geçirmek istemediğimizden dolayı ana limandan çıkıp biraz ilerideki koyda alargada demirledik.Koyda 5-10 ev, bir taverna mevcut.Var olan yol sayesinde 2 km yürüyerek ana limana ulaşabiliyorsunuz.
Aslında yol çok hoş.Güzel bir doğada ve manzarada ilerliyorsunuz ancak transit log için liman polisini kaçırmak istemediğimizden biz tam tadına varamadık.Lipsi ana limanı ve köyü küçük ama sevimli.İlk önce liman polisine uğradık.Gerçekten çok genç ve sevimli biri olan görevli transit logumuzu imzaladıktan sonra buranın meşhur tarihi pastanesine gittik; o da zaten hemen polis noktasının yanındaydı.Pastane gerçekten hem ilginç hem de güzeldi.Ekmekten bisküvili pasta çeşitlerinden dondurmaya, kurabiyelerden bira ve hatta uzoya kadar her şey mevcuttu diyebilirim.Adanın buluşma noktası gibiydi.İnsanlar önündeki masalarda yiyip içiyor veya içerde alışveriş yapıyorlardı.Ekmek,galeta ve unlu kurabiye aldık ve hepsini çok beğendik.Çalışanlar da güler yüzlüydü.Pastanenin hemen önündeki köy meydanı gibi olan alanda bir hazırlık yapıldığını gözlemledik.Koca bir mangal yakıldı.Bardaklar dizildi.Basit de olsa bir müzik düzeneği kuruldu.Biz o arada akşam yemeği yiyeceğimiz Nikos’ doğru ilerledik.Lipsi çok küçük bir ada olduğundan zaten her şey birbirine aşırı yakın.

Ali Boratav’ın Mavi Yolculuk Rehberi kitabında Niko’ nun yerinden övgü ile bahsedildiği için büyük beklenti ile oturduk.Ahtapotu kurutarak sunması özelliği imiş.Eskiden tektekçi barı imiş ; o da şu :mangalda kurutulmuş ahtapotları pişiriyor.Adanın yerlileri gelip ayak üstü yiyip uzo içiyorlarmış.Sonra böyle tavernaya çevirmiş ama hiç olmamış.Şöyle ki mezeler kötü ve özensizdi.Ahtapot evet fena değildi ama ancak 2-3 tane atarsın ağzına.Bir de karidesli saganaki getirdiler ki resmen karidese ihanet etmişler.Maalesef puanım çok düşük.Gitmeyin, önermiyorum.

İskelenin sağına doğru kordon boyu gibi kısa bir cadde yapmışlar Lipsi’ de , hoş olmuş.Orada da tavernalar ve restaurantlar var,mesela bir İtalyan restaurantında müşteriler vardı; eminim bizden daha fazla memnun kalmışlardır.
Teknemizin bağlı olduğu Kastadia koyuna yollanmadan önce meydandaki folklor gösterilerine baktık biraz.İlk dikkatimizi çeken folklor oynayanlar orta yaşlıydı,pek genç değillerdi.Oldukça amatörlerdi. İkinci dikkatimizi çeken oyunlardan bazıları Karadeniz oyunlarına çok çok benziyor.Giysiler, müzik,kemençe,tulum.Gözünüzü kapasanız kendinizi Türkiye’ de sanırsınız.Pontus Rum Devleti dolayısıyla kültürlerin çok karıştığını anladık.Bazı müzik parçaları ise sözleri hariç birebir aynı.
Pastaneden dondurmalarımızı alıp yedikten sonra taksi ile koyumuza gittik.Kıyıya bağladığımız botumuza binip teknemize kavuştuk.Koy zaten güzeldi,bir de eşssiz bir mehtap çıkınca şahane oldu.Ertesi sabah Patmos’ a doğru yola çıkacağımız için yattık,uyuduk.
Patmos
24 Haziranda Lipsi’ den Patmos adasına geçtik.Adanın meşhur limanı Skala’ya girerken liman ağzında büyük bir cruise gemisi gördük.Bunlardan yolcular daha küçük teknelerle adalara taşınıyor.
Skala Limanı
Skala limanına bağlanırken Türk kaptanlar yardımcı oldu.Yanımızdaki yatın kaptanından öğrendiğimize göre 20 gündür oradalarmış.Ne yaptıklarını anlamadık.Çünkü bağlandığımız yer yolun kenarı.Tekne kısa sürede tozlanıyor.Yaz sıcağı.Haydi akşamları yemeğe gitsinler,yani sonunda bir ada.Yapılacak şeyler kısıtlı.Altında teknen varsa gezmek yerine niçin yol kenarında 20 gün bağlanırsın ve bunu yaz boyunca en az dört kez yaparsın,ben anlamadım.20 gün kesintsiz duracaksam cennet Gökova’nın Gökağaç koyunda dururum.Yukarıda masmavi gök, çevrende her yer yemyeşil.En sıcak mevsimde bile terlemiyorsun ve mis gibi deniz.Tekneden çok kısa bir yürüyüşle Scala çarşıya gidebiliyorduk.Çarşı cruise müşterilerinin geldiği saatlerde hareketli ve alışveriş de oluyor.Güzel takı dükkanları ve butikler var. Yürürken acıktığımızı farkettiğimiz için Pantelis Tavernada bir patates kızartması yedik ve çok beğendik.Akşam için yer ayırttık.O akşam canlı müzik olduğu için masaların dolu olduğunu ama ikimiz için yer ayarlayabileceklerini belirttiler.Sonra Scala plajında biraz denize girdik.Deniz güzel.Şezlong var,duş yok.
Akşam Pantelis’te müzisyenleri bizim gündüz oturduğumuz hemen kapı kenarına oturtmuşlardı.Dört müzisyen rebetiko tarzı bir müzik yapıyordu.Fado,rebetiko,arabesk ve blues sevmediğim dört müzik çeşidi çünkü çok hüzünlüler ve içimi karartıyorlar.O nedenle beni çok açmadı.Yemekler lezzetliydi.
Ertesi sabah Chora köyü ve Aziz Yuhanna Manastırını görmek üzere sıcak iyice bastırmadan, orada kahvaltı etmek niyetiyle kahvaltı etmeden yola çıktık.Taksi ile gitmeyi tercih ettik,dönerken yokuş aşağı yürürüz dedik.
Aziz Yuhanna Manastırı 1088 yılında Aziz Hristodulos tarafından inşa edilmiş.Adanın en yüksek noktasında yer alıyor.İçinde birçok tarihi el yazması ve dini eser bulunuyor.Ben şort giyiyor olduğum için içeri alınmadım. Ortaçağ kalesi görünümlü manastırın dışında bekledim.
Ortaçağ Kalesi görünümlü Aziz Yuhanna Manastırı
Chora köyü manastrın hemen altında kurulmuş beyaz badanalı evleriyle güzel bir köy ancak diğer yunan adalarındaki köyler gibi öyle pek yaşayan bir köy değil.Maalesef kahvaltı edecek bir yer bile bulamadık.Çalışan bir fırın vardı.Oradan elimizde yiyeceğimiz bir- iki şey alıp soğuk çayla ayak üstü kahvaltı ettik.Gerçi daha sonra tam mağaraya inişte Benetos’u gördük.Kahvaltı için açıktı.Hoş görünüyordu ve manzarası çok güzeldi.
Patmos Hristiyanlık için önemli bir yerdir çünkü Yeni Ahitteki Vahiy Kitabının ( Apokalips) yazıldığı yer olarak bilinir.Aziz Yuhanna Roma İmparatoru Domitian tarafından bu adaya sürgün edilmiş ve burada vahiy kitabını yazmıştır.Chora köyünden yürüyerek indiğimiz Apokalipsis Mağarası işte bu kitabın yazıldığı yer olarak hristiyanlarca kutsaldır ve çok ziyaretçi almaktadır.Bu mağara Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer almaktadır.
Daha sonra yine yürüyerek Skala limanı ve çarşısına indik.O akşam için yemek yiyeceğimiz Tpexanthpi isimli tavernaya bir bakalım dedik.Çarşının iyice içlerine doğru,hatta sonunda gösterişsiz bir tavernaydı.Bazı bloglarda olumlu yorumlarını okuduğumuz için orayı tercih ettik ancak öyle aman aman ekstra bir nefaset bulamadık yemeklerinde.Sıradandı diyebilirim.
Ertesi sabah Arki adasına gitmek üzere demir aldık.
Arki
Patmos’tan Arki adasına gitmek üzere yola çıktık.Yunan karasularından çıkış yapabilmemiz için tekrar geri döneceğimiz Leros’u saymazsak bu 17 günlük gezimizin son adası Arki olacaktı.
Arki’ ye yaklaşırken minik bir ada ve minik bir limanı olması dolayısıyla yer bulabilecekmiyiz diye tereddüt ettik ama yer bulabildik.Yanaşırken tan karşımızda iki taverna gördük ancak işletenler yanaşmamamızı görmelerine rağmen yardıma gelmediler.Diğer teknelerin kaptanları yardıma geldi.Tekne limana yanaşırken halatı alıp, kıyıdaki koç boynuzuna bağlayıp tekrar geri verecek birisine ihtiyaç var malum.
Taverna işletenlerin yardımcı olmaya hiç yeltenmemeleri beni onlara karşı önyargılı kıldı; akşam yemeğini o iki tavernadan birinde yemek istemedim.
Yanaşınca ilk dikkatimi çeken duşun 5 euro olduğunu belirten elle kartona yazılmış yazı oldu.
Biz yanaştıktan sonra iki yanımıza gelen bir tekne yanaşmakta oldukça bilgisizlik sergiledi.Biz dahil diğer tekne sahiplerinin yardımıyla zar zor bağlandı.Kiralık bir tekneydi ve kiralayanlar Alman’dı.Kısıtlı bilgiyle ,hiç bilmedikleri sularda tekne kullanan veya kullandığını sanan mı demeliyim, insanlar beni çok şaşırtıyor.Üstelik Yunan adaları adalar arasında oluşan rüzgarlar ve akıntılar nedeniyle zor bir rota.Tayfun’un işin teorisini doğru bir şekilde öğrenmek için verdiği emeği düşününce….Bu arada bu konuda youtube videoları çok yardımcı olan sayın Murat Erensoy’u da burada anmak istiyorum.Kendisi hem teknik lise hem de uçak mühendisliği teknisyenliği yüksek okulunda eğitim almış ve ardından da İngiltere’ de tekne kaptanlığı konusunda çok önemli ve ciddi bir kurumda zorlu bir eğitimden geçmiş.Kendisi eğitim geçmişi nedeniyle yelkenli kaptanlığının teorik bilgisini çok iyi anlamış ve özümsemiş bir kaptan.Bunu da videolarında çok iyi ,detaylı ve sabırlı bir şekilde izleyenlerine aktarabiliyor.Biz denizlerde güvenle seyredebiliyor ve güvenle bağlanabiliyorsak kendisinin bu konuda çok büyük katkısı var.
‘Her şerden bir hayır doğar .’ atasözüne inanırmısınız ? Ben inanıyorum;bugüne dek sayısız kez böyle olduğunu gördüm.Eğer pandemi olmasa ve Sayın Murat Erensoy o dönem çalıştığı Malta’ da bir nevi mahsur kalmasa belki de bu çok faydalı videoları yayınlamazdı.Tayfun’un kendisinden öğrendiği çok kıymetli teorik bilgiler olmasa bir şeyler eksik kalırdı.Kendisi bizim yelkenli sürecimize çok büyük katkı sağladı.Teşekkürler sayın Murat Erensoy.Tayfun kendisinin videolarını izler ve sayfalar dolusu not alırken ben de duyduklarımdan faydalandım doğrusu.
Tayfun’la denize girmek için bir plaj bulmaya karar verdik çünkü limanda denize girilebilecek bir bölüm yoktu.Önce limana göre sağda kalan ve aslında giriş yaptığımız ve feribotların yanaştığı yaklaşık 2 km uzaktaki plaja bakalım dedik.Minicik bir plaj.Daha iyisi vardır diye bu sefer tam aksi istikamette,yine 1-2 km yürüyerek vardığımız plaja gittk.Burada da kum yerine toprak var ve 500 metre de yürüseniz su yüksekliği dizinizi geçemiyor.Bu plajlara ad da verilmiş ama inanın gitmeye değmezler.İnternette harika plajlar filan diye göreceksiniz ama öyle bir şey yok.Arki denize girilebilecek bir ada değil.Çok küçük ve imkanları kısıtlı bir ada olduğu için bir gece kalmak yeterli.
Plaj arama turumuzdan geri döndüğümüzde bu sefer de teknemizin sol tarafında, 3-5 tekne sonra,en sona yaklaşmaya çalışan bir yelkenli gördük.Yukarıda anlattığım Almanların kullandığı tekneden de beter bir şekilde yaklaşmaya çalışıyorlardı.Kiralık bir tekne ve içindekiler de İtalyandı.70 yaşlarında biri kaptanlığı üstlenmişti.Diyebilirim ki neredeyse hiç bilmiyordu.Yanındakiler in de zaten konuyla hiç ilgileri yoktu. Yanına yanaşmaya çalıştığı teknenin kaptanı kendi teknesine fiziki bir zarar gelme ihtimali nedeniyle canla başla yardımcı olmaya çalışıyordu ancak komut alabilecek kadar da bilgileri yoktu.En sonunda birkaç kişi yan tekneden o tekneye atladı ve yelkenliyi yanaştırdı.Biz bir yandan yardım etmeye çalıştık,bir yandan şaşkınlıkla izledik; nasıl oluyor da bu kadar bilgisiz bir şekilde hem de başka ülkelerin karasularında hem de Yunan adaları gibi rüzgarların ve akıntıların yoğun ve karmaşık olduğu bölgelerde seyre çıkabiliyorlar diye.Fotoğrafta hem ne kadar küçük bir liman olduğunu,hem de İtalyanların başkalarının çabalarıyla ancak yan olarak bağlanabildiklerini görebilirsiniz.
Daha önce bahsettiğim gibi akşam yemeği için tam karşımızda olan iki tavernadan birini değil,daha uzakta kalan iki tavernadan birini seçtik.Toplam dört taverna var Arki’ de.Taverna sahibi ilginç bir adam, bizi ayakta karşıladı ve bize ‘ merhaba’ dedi. İlginç giysileri olan,60 yaş civarında,cana yakın bir adamdı.Biraz İngilizce konuştuk.Bu kadar küçük bir ada sakini olarak İngilizcesi beklentimin üzerindeydi diyebilirim.Onun oturduğu masaya yakın bir masa seçtik.Tayfun televizyon ekranını görebilecek şekilde oturdu,çünkü maçlar vardı;hatta o anda Türk kanalı açıktı.Ben otururken yanımdaki sandalyeye kocaman bir erkek kedinin yayılmış olduğunu farkettim.Biraz homurdandı,sonra inip yanımızdaki masanın sandalyesine yerleşti,Taverna sahiplerinin kedisiymiş.Yaz boyunca dışarlarda,kışın soğuklarda ise ev içinde bakılıyormuş.
Yemekler güzel,işletmeciler sıcak kanlıydı.Memnun ayrıldık.Ertesi sabah Bodrum Limanına dönüşe geçmek için Leros’ a doğru seyir yapacağımızdan tekneye dönünce uyuduk.
Yelkenlimizle ilk Yunan Adaları seyahatimiz olan 17-30 Haziran 2024 gezimiz gayet güzel geçmiş oldu.İki gün giderken, iki gün de dönerken Türk karasularındaydık;çünkü biz yola Gökova’ dan çıkmıştık.Gökova’dan çıkış yapacağımız Bodrum limanına ulaşmamız dört saat gerektirdiğinden biz bu şekilde bir seyahat planladık. Doğrudan Bodrum’ dan çıkanlar aynı gün Leros’a ulaşabilirler.Bodrum limanına ulaştıktan sonra da gümrük kontrolu ve işlemler için geçirilecek zaman da hesaplanınca Bodrum’ a ulaştığımız ilk gün Bodrum Kalesi karşısında demir atıp ertesi sabah pasaporta ve gümrüğe girmeyi daha uygun bulduk.Leros’taki acente ile ayarlamalarımızı da ona uyacak şekilde yapmıştık.Bu da bize muhteşem ve gece çok güzel ışıklandırılmış Bodrum Kalesi karşısında harika bir gece geçirme imkanı verdi.
Dönüşte de aynı şekilde bir geceyi Bodrum Kalesi’ nin hemen yanına demir atarak geçirdik ve ertesi sabah Çökertme’ ye doğru yola çıktık.Çökertme’ de Rose Mari Restaurant’ ın yakınına bağlanarak o akşam bize gönderdikleri botla onların iskelesine çıkıp restaurantın harika yemeklerinden yedik.Ertesi sabah da Gökova’ya doğru yola çıktık.
Sabah kahvaltımızı büyülü Sedir Adası Koyunda demir atarak yaptıktan sonra henüz tekne ile ada ziyaretine gelen misafir yoğunluğu başlamadan güzelce denize girdik.
Sedir Adası koyunda antik tiyatronun tam karşısına demirleyince kendinizi 2500 yıl önce burada yaşayan Karyalılarla özdeşleştirmek çok kolay oluyor.Bazı kaynaklara göre Karya kral aileleri yazlarını bu adada geçirirlermiş.Adanın kuzey kıyısındaki kumlar özel biçimde oluşan kalker damlacıklarıdır ve Sedir Adası dışında sadece Girit Adasında görülürler.Bu kumlar özel koruma altındadır. Yunan Adaları yazımı benim hayran olduğum Gökova’dan yine çok beğendiğim Sedir Adasından bahsederek bitirmek istiyorum. Yahya Kemal’e ‘Ankara’ nın en çok nesini seviyorsun ?’ dediklerinde ‘ İstanbul’a dönüşünü’ dediği gibi ben de yelkenli ile nereye gitsem galiba en çok Gökova’yı seviyorum.