Meksika 2023
Yukarıdaki linkte yazımın PDF formatında fotograflarla hazırlanmış versiyonu bulunmaktadır.
Bir yıl önceden kızımın önerisi ile gidiş İstanbul – Mexico City, dönüş Cancun – İstanbul biletleri almış olmamıza rağmen bu seyahat hiç gerçekleşmeyecek gibi geliyordu bana. Meksika sanki imkansız bir hedefti .Çok güzel olduğunu duymama rağmen adının kartellerle ve kartel terörü ile alınması bir sıkıntı oluşturuyordu benim için.Belki bu nedenlerle, belki de hayatımın meşgul bir dönemine denk gelmesi nedeniyle kendimi bu geziye pek hazırlayamadım.Ancak geziye 15 gün kala birden anladım ki biz bu geziye gerçekten gidiyoruz , işte o zaman ispanyolca yol sorma,yemek ısmarlama,fiat sorma pratikleri üzerine yoğunlaştım
1 Kasım 2023 Çarşamba
Majagua Hotel Boutique @Oaxaca
Çooook uzun bir yolculuktan (15 saat) sonra Mexico City ‘ e vardık. Harika bir İstanbul sonbahar gününden sonra Mexico City havası bize biraz puslu, kapalı ve soğuk geldi. Gündüzler 25 derecelerde, akşamlar 19 derecelerde harika bir ekim ayı geçirmiştik İstanbul’da..Hava hep sakin,dingin ve güneşli idi.Bu şekilde de yola çıkmıştık.
Girişte polis ABD vizemizi kontrol ettikten sonra dönüş biletimizi de görmek istedi.Meksika ABD vizesi olanlara ayrıca vize istemiyor.
Havaalanında resmi bürodan Amerikan dolarımızın bir kısmını Meksika pesosuna dönüştürdük. Hata yaptığımızı sonradan anladık ; çünkü bir dolarımıza 14 peso verdiler ve sonraki hiçbir döviz bürosunda bu kadar düşük bir değer görmedik. Havaalanındaki araba kiralamaların sırasındaki döviz büroları bile 17 pesodan dönüştürüyordu.
Dört saat Meksiko Havaalanında bekledikten sonra Oaxaca’ ya uçtuk. Nil bize Oaxaca’nın güvenli olduğunu, taksi tutabileceğimizi söylemişti. Bu nedenle Oaxaca’ya inince taksi bankosu önünde kuyruğa girdik. Taksi için iki seçenek vardı : Compartido( paylaşımlı ) ve privada ( özel ) taksi. Paylaşımlı 1. Zone için 115 peso idi .Özel ise 445 peso. Biz paylaşımlıya karar verdik. Sıramız gelip ödememizi yapınca bizi taksilerin kalktığı yere götürdüler. Burada paylaşımlı taksi denilen şeyin bir minibüs olduğunu anladık; ama konforlu ve temiz bir minibüs. Şoför hepimizden tek tek gideceğimiz adresi alıp bunları tek tek GPS e girdi. Biz öne, şoför yanına oturduk.Biz en son indiğimiz ve çok dolandığımız için şehir turu da yapmış olduk. Görebildiğimiz kadarıyla bir veya iki katlı kolonyal evleri olan, dokusu bozulmamış bir şehirdi. Ölüler Günü hazırlıkları da başlamıştı.
Kaldığımız otel havalı ama işletmesi çok sorunlu bir yerdi. Odalar şık ama küçük ve camsızdı.İlk kaldığımız oda bir minik tek koltuk ve saksı alan avlu içi gibi bir yere bakıyordu ve tek doğal ışık kaynağı tepeden gelen gün ışığı idi.Bu fiziksel sorunlar sanırım eski kolonyal evlerden otel yapılmasından kaynaklanıyor..Odada gardrop bile yoktu..Bavullarımızı da zaten fazla boşaltmadık. Bana göre klostrofobik bir ortamdı. İkinci ve üçüncü gece daha iyi bir odaya transfer edeceklerini söylediler
Aslında biz seyahatlere çok daha pratik ve az giysi ile çıkıyoruz ama bu seyahatte soğuğu, sıcağı, denizi, yürüyüşü, ören yerlerini , metropolü , şık restaurantları,pazar yerlerini birarada yaşayacağımızdan ve ayrıca benim ayağımdaki sakatlık nedeniyle düzgün spor ayakkabılar giymem gerektiği için şık , rahat, kalın, ince kıyafetler , ayrıca mayo, plaj terliği vb aldığımızdan bavullarımız çok doluydu ; bu da bu seyahatte bize biraz sıkıntı verdi. Oaxaca hariç geceler pek soğuk olmadı.Özellikle Tayfun’un getirdiği kalın kıyafetler neredeyse hiç kullanılmadı. Ancak kasım ayında Oaxaca ‘ da gündüzler 27-28 civarındaki iken geceler 13 e kadar düşüyordu.
Oaxaca Meksika’ nın tekila ile birlikte en önemli alkollü içeceği olan Mezcal in başşehri ve şehrin ekonomisi turizm ve mezcale dayanıyor. Çok çeşitli marka mezcaller burada üretilip tüm Meksikaya dağıtılıyor. Şehrin turizm açısından önemi ise şu nedenlerden kaynaklanıyor: :
1- Önemli ve dokusunu korumuş bir kolonyal şehir, yani şehri İspanyol istilası sonrası İspanyollar kurmuş.
2- Templo Santo Domingo de Guzmán : 1528 yılında buraya ilk kez gelen Hristiyan Dominikan Kilisesi mensupları 1572 de bu kiliseninin ilk kuruluşuna başlıyorlar. Ancak maddi sorunlar nedeniyle zor ilerliyor ve iki kez de depremle yıkılıyor. Şu andaki halinin yapılış tarihi olarak 1724 ‘ ü verebiliriz.
3-En önemlisi : Bu bölge önemli yerli grupları olan Zapotekler ve Miksteklerin asıl yerleşim yerleri .Zapotek uygarlığı MÖ 700-MS 1521 yıllarına dayandırılıyor. Oaxaca ‘ ya sadece 8-10 dakika mesafede olan Monte Alban önemli bir Zapotek yerleşimi imiş ve Orta Amerika’daki ilk büyük şehirlerden biri.
Bugün de Oaxaca ve civarında 1.5- 2 milyon civarında Zapotec yaşamakta ve bunların 400.000-650.000 civarında bir bölümünün ana dil olarak bir Zapotek lehçesi kullandığı düşünülmekte.
Bize Monte Alban’ı gezdiren rehberimiz Adriana bize o civarda sadece Zapoteklerin yerleştiği ve yaşadığı, iç işlerinde özgür olan yerleşim birimleri gösterdi.Zapoteklerden önemli sayıda insan da ABD‘ ye göç etmiş ve Kaliforniya’ya yerleşmiş.
Zapotekler yanında Oaxaca eyaletinin batı yarısını, Pueblo ve Guerrero eyaletlerinin bir ucunu kapsayan Mikstek Uygarlığı da bu bölgenin önemli ikinci uygarlığıdır.
Bu noktada MezoAmerikan Kültürü dediğimiz konuya da açıklık getirmek gerekmektedir. Mezo Amerikan Kültürü Meksika ve Orta Amerika’nın büyük bölümünü içine alan, temel olarak tarımla geçinen, özellikle mısır, fasulye ve kabağın karma ekimine dayalı bir kültürü anlatmaktadır.Yüzyıllar boyu olan gelişmeleri bu kültür belirlemiş .Yaptıkları tarım nedeniyle hava durumu çok önemli olduğundan gökyüzü takibini iyi öğrenmişler ve takvim okumayı, astrolojiyi iyi bilen din adamları çok önemsenmiş, kutsal sayılmış ve imtiyazlı yönetici durumuna yükselmiş.Tarımı bozan fırtına, kasırga,sel gibi doğa olaylarından aşırı korkuları onları bunları engellemek için kurban vermeye ve daha ötesi insan kurban etmeye kadar götürmüştür.Bu konudaki en güzel bilgiler ve analizler Fransızca aslından Serap Öztürk’ün çevirdiği Ester Katz’ın makalesinden okunabilir.
4-Gastronomi : Aslında tüm Meksika’ da beslenme şekilleri İspanyollar öncesi dönemin özelliklerindedir, yani tortilla, mısırın çok çeşitli kullanımları, acı biber( chili) fasulye ve kabaktan oluşan beslenme şekli.At, sığır,koyun, keçi ,inek gibi hayvanlar hep İspanyollarla yeni dünyaya tanıtılmıştır.Dolayısıyla beslenmelerinde etin ve süt ürünlerinin yeri pek yoktur. Oaxaca bölgesi özellikle bir takım geleneksel yemeklerin en geleneksel şekliyle devam ettirilmesi ve bunları yeniden yorumlayan şeflerin açtığı restaurantlarla gastronomi konusunda da önemli bir bölge.Bunda elbette hala Oaxaca civarında yoğun olarak yaşayan , dillerini ve kültürlerini korumayı başarmış Zapoteklerin ve Miksteklerin payı büyük.
İlk gece erken yemeye karar verdik çünkü Türkiye ile 9 saat farkın bizi etkileyeceği kesindi; bu nedenle en hayırlısı erken yemek olurdu.Bu kararı daha önce almış olduğumuzdan gün boyunca da birşey yememiştik.17.30 da buranın en çok talep gören orta sınıf ve geleneksel restaurantı Levadura de Olle’ ye gittik. Daha önce Oaxaca ‘ da bir süre yaşamış bir gezginin bloğundan neler sipariş edeceğimizi bile kararlaştırmıştım..
Levadura de Olla Oaxaca’ daki birçok lokanta veya kafe gibi geniş bir avluya kurulmuş.Eskiden muhtemelen avlulu çok geniş bir ev veya birden fazla evler olan mekanın oda bağlantıları açılarak oluşturulmuş,Önce Oaxacan Native Tomatoes Dish ( Ensalada de Jitomates) yedik .5 farklı domates çeşidinin ince ince kesilmesiyle yapılan bir söğüş salata çeşidi olan bu tabak gerçekten çok nefisti. İşin ilginci bunu bir daha sonra hiçbir lokantada bulamamış olmamız.Tayfun tüm seyahatimiz boyunca bu domates seçkisini aradı ancak bulamadı.
Meksika Mutfağı deneyimlerimle ilgili ayrı bir yazı hazırlayacağımdan Levadura de Olla’ yı burada kesiyorum. Yemeğimizden memnun kalarak lokantadan çıktıktan sonra ‘ El Día de Los Muertos ‘ (Ölüler Günü ) kutlamalarına sahne olan caddelerde yürüdük.
‘ El Día de Los Muertos ‘ yani Ölüler Günü 1-2 Kasım ‘ da başta Zapoteklerin ve Miksteklerin ana yurdu olan bölgeler olmak üzere tüm Meksika’da ve Mezo-Amerika’ da kutlanıyor ; ancak Oaxaca bu konuda öncü.Bu tarihlerde çok turist alıyor ve otellerde yer bulmak zorlaşıyor.
Daha önce ne olduğunu açıkladığım Mezo-Amerika yerel toplulukları ata kültü ve ölümün kendisi etrafında zengin bir ritüel geliştirdiler. Eski Orta Amerikalılar için ölüm, cennet ve cehennem fikirlerinin cezalandırmaya veya ödüllendirmeye hizmet ettiği Hıristiyan dininin ahlaki çağrışımlarına sahip değildi. Tam tersine, ölülerin ruhlarının kader yollarının, hayattaki davranışlarına göre değil, yaşadıkları ölüm türüne göre belirlendiğine inanıyorlardı.
1-Tláloc’( yağmur tanrısı )un Cenneti : Suyla ilgili durumlarda ölenler buraya giderdi.Burası dinlenme ve bolluğun yeriydi.
2-Güneşin cenneti Omeyocán :En büyük tanrı Huitzilopochtili tarafindan yönetiliyordu.Buraya savaşlarda ölenler,kurban edilen esirler ve doğum yaparken ölen gebe kadınlar giderdi.Ölümden dört yıl sonra rengarenk güzel tüylere sahip kuşlar olarak dünyaya geri dönerlerdi.
3-Mictlán : Doğal ölümle ölenler buraya giderdi.Kurtulmanın imkansız olduğu, karanlık, boğucu bir yerdi.
4-Chichihuacuauhcol : Ölen çocukların gittiği yer.Dünyadaki insan soyu bittiğinde bu çocukların dünyaya döneceğine ve yaşamı tekrar başlatacaklarına inanılıyordu.
İspanyol öncesi cenaze törenlerine iki tür nesne içeren altarlar eşlik ediyordu: Ölen kişilerin hayattayken kullanmış oldukları nesneler ve ölen kişinin yeraltı dünyasına geçişi sırasında gereksinim duyabileceği nesneler.Buradan yola çıkarak cenaze nesnelerinin üretiminin çok çeşitli olduğu sonucunu çıkarabiliriz.Örnek vermek gerekirse : okarina,flüt,timpani,kafatası şeklinde çıngıraklar,kilden müzik aletleri,cenaze tanrılarını temsil eden heykeller,çeşitli malzemelerden( taş,yeşim taşı,cam ) yapılmış kafatasları,mangallar,buhurdanlar ve çömlekler.
Cenaze ritüelleri kültürden kültüre farklılıklar gösteriyordu.Örneğin Luis Ramos’ un Classical Pre-Hispanic Cultures kitabında belirttiğine göre Maya kültüründe bir kişi öldüğünde ruhu Xibalba olarak bilinen yer altı dünyasına giderdi .Ruhların buraya ulaşması için bir xoloitzcuintle köpeğinin yardımına ve yol göstermesine ihtiyaç vardı.Bu nedenle cenaze bu cins bir köpekle birlikte gömülürdü.
Nahua kültüründe bugünkü anlamda bir ölüler günü kutlaması veya festivali mevcut değildi.O zamanki yıl esasında ölülerin onurlandırıldığı 3 ayrı gün vardı.
İspanyollar 16. yüzyılda Amerika’ya vardıklarında, ölüleri anmak için kendi geleneksel kutlamalarını da getirdiler ve burada ölüler Azizler Gününde anıldı. Yeni Dünya’nın yerlilerini din değiştirerek, Avrupa ve İspanyol öncesi gelenekleri karıştıran, Tüm Azizler Günü ve Tüm Ruhlar Günü Katolik şenliklerini benzer Mezoamerikan festivaliyle çakıştıran ve şu anki Ölüler Günü’nü yaratan bir senkretizm ortaya çıktı.
Diğer unsurlar mevcut Ölüler Günü geleneklerinin gelişimini etkiledi.; Örneğin, ülkenin merkezinde, Mexico City’yi yüzyıllardır rahatsız eden salgın hastalıklar, şehrin dışında mezarlıkların oluşmasına yol açtı.Oysa daha önce ölüler şehir içine gömülüyordu.Her yıl 1-2 kasımda sabah üst sınıf, öğleden sonra alt sınıf olmak üzere bu mezarlara ölülerini ziyarete gitmeye başladılar.
Şu anda 1-2 Kasım Ölüler Günü kutlamaları çok renkli, çok hareketli olsa da aslında temelde kabul gören iki ana kutlama şekli o günlerde dünyayı, evini, sevdiklerini ziyarete gelecek olan ölülerine turuncu kadife çiçekleri( campasuchil) ile yol göstermek ve ölüleri için sunaklar hazırlamak.Diğer çok danslı.hareketli şenlikler zaman içinde gelişmiş, turizm potansiyeli yaratması nedeniyle benimsenmiş olmalılar.
Bu sunaklarda kaybettiklerinin fotoğrafları,upuzun bir yoldan geldikleri için çok acıkmış olacaklarından sevdikleri yemekler, gıda maddeleri, kadife çiçekleri , sevdikleri bazı objeler.Eskiden bu kadife çiçekleri mezarlardan evlere dek serilirmiş ki ölüler yollarını kolay bulsun diye.1-2 Kasımda mezar yerleri de çok şenlikli.süslü ve bazı insanlar sabaha dek buralarda kalıp kaybettikleri ile vakit geçiriyor.
Şehir ise ayrı bir alem . Senfoni orkestrası ve koro konserleri, çok çeşitli gösteriler, müzik yapanların arkasına takılan ve şarkı söyleyip dans eden binlerce insan,dükkanlarda, evlerde süslemeler, sunaklar, sokaklarda makyaj sanatçılarına ölüler günü makyajı yaptıranlar ki genellikle çok başarılı makyajlar bunlar.Gerçekten görmeye, bir parçası olmaya değer bir süreçti bizim için.
Yol yorgunu ve jet-lag olduğumuz için ilk akşam yemekten sonra 1-2 saat Ölüler Günü gösterilerini izleyip otele döndük ve erken uyuduk.
2 Kasım 2023 Majagua Butik Hotel
Ölüler Günü nedeniyle Oaxaca Otelleri fiyatlarını çok artırmıştı ve biz de bu Majagua Hotel ‘ e hiç hak etmediği bir konaklama ücreti vermek zorunda kaldık.
Daha iyi diye geçtiğimiz oda yine bana göre kasvetli ve karanlıktı ama en azından bavul koyacak yer vardı.Kahvaltıyı ettiğimiz terası güzel ancak kahvaltı çok zayıftı.Kahve soğuk ve tabiri caizse bulaşık suyu gibiydi.İlginç olarak Meksika’ da güzel bir kahve içemedik.Bu bana ilginç geldi çünkü vakti zamanında kahve plantasyonlarının da olduğu bir ülke burası ancak gerçekten hiçbir yerde iyi kahve servis edildiğine şahit olamadık.
Kahvaltı sonrası otelden çok uzaklaşmadan küçük bir tur attık ve 9 da dönüp rehberimizle buluştuk.Oaxaca gibi küçük bir şehirde bence rehber filan gerekmez ancak kızım öyle arzu etmiş ve bize rehber ayarlamış olduğundan itiraz etmedik.
25 yaşlarındaki tatlı bir genç kadın olan Marianne Oaxaca’ ya 1 saat uzaklıkta bir yerde doğmuş, büyümüş.Ancak tüm eğitimini Oaxaca’ da almış,sabah gelip akşam giderek.Bekar anne çocuğu imiş.Annesi,dedesi ve anneannesi ile sevgi ile büyütülmüş.Üniversitede antropoloji okumuş.Kendisinden şehirle ilgili olmasa da sosyal yapı ile ilgili bir şeyler öğrendik.Mesela Tayfun öğretmenlerin maaşlarını sorduğunda şöyle birşey anlattı: Eğer devlet okulu öğretmeni iseniz 22 bin peso civarında kazanıyormuşsunuz ki bu 1500 Amerikan Dolarına denk geliyordu bizim gezimiz sırası.Ancak devlet okulu öğretmenleri sendika üyesi olmak zorundaymış bu sendikalar kirli sendikalarmış ve kartellerle bağlantılılarmış.Öğretmenler de bazen mesela istemedikleri eylemlere katılmaya zorlanıyormuş.Özel okul öğretmenleri ise 9 bin peso kazanıyorlarmış ancak kafaları rahatmış.
Ayrıca bize o bölgenin temel geçim kaynaklarından olan mezcal içkisi hakkında da bilgi verdi.Mezcal o kadar zararsızmış ki dedesi hergün mezcal içermiş ama çok sağlıklıymış.:)). Biz de ona alkole dayanıklılığın bazı enzimlerle ilgili olduğunu, bazı insanların bu enzimler açısından daha şanslı bazılarının ise daha şanssız olduğunu anlatmaya çalıştık.
Marianne ‘ den iki büyük çarşıdan biri olan Mercado 20 de Noviembre’nin kapısının önünde ayrıldık.Bunlar oldukça büyük kapalı çarşılar ama elbette bizim Kapalı Çarşı’ nın büyüklüğünü, heybetini , otantikliğini ve güzelliğini hayal etmeyin.Çok sayıda yeme yeri var.Buralarda ucuz ve geleneksel yemekler satılıyor.Hızlı servis ve yoğun müşteri sirkülasyonu söz konusu.Bunun dışında geleneksel tekstil ürünlerini satan mağazalar , buralara özel küçük biblolar olan allebrijeler* satan yerler ve birçok gıda ürünü ( tavuk,deniz ürünleri, meşhur mole vb ) satan yerler var.Bazı bölümler yapılan ızgaralardan dolayı dumanaltı.
Moleyi çok uzun anlatacağım Meksika Gastronomisi yazımda. Ancak Meksikalılar için o kadar önemli ki burada da azıcık bahsedeceğim.Ama önce bu mercadoda ne yiyip içtiğimizi anlatayım.Bu bölgeye özel bir yemek olan Tlayuda yedik ; ben tattım diyebilirim.Aslında geleneksel tamale de yememiz önerilmişti ancak biz bir gece önce Levadura de Olle ‘ de çok daha klasını yediğimiz halde damak tadımıza hitap etmediği için sadece Tlayuda ısmarladık.Daha önce bahsettiğim blogda büyük oldukları ve iki kişi bir tane ısmarlamamız önerildiği için öyle yaptık.Zaten akşam Nil’in yer ayırttığı şef restaurantında keyifle yiyebilmemiz için burada fazla doymamamız gerekiyordu.Ben ayrıca Nil’ in önerisi üzerine Horchata içtim.Zaten San Francisco’ da onun evine yakın gittiğimiz Meksika restoranında o içmiş, ben de tatmıştım, bir fikrim vardı.
Tlayuda için yine mısır unundan yapılmış tortiilayı düşünün.Bu küçük boyutta olup kızartılınca yani gevretilince adı tostada oluyor; üzerine çok çeşitli şeyler konularak servis ediliyor.Tlayudadaki çıtır yufka ise işte tostadanın büyüğü gibi anlayabilirsiniz.Yine üzerine birçok şey konuluyor.Bana çok basit ve lüzumsuz bir yemek gibi geldi; biraz tadıp bıraktım.Açıkçası bizim Türk,Ermeni,Rum, Arap, Rus,Osmanlı mutfaklarını harmanlayan çok geniş ve şahane mutfağımız yanında bana Meksika mutfağı mısır unundan yapılmış hamurlar olan tortilla, onun gevretilmişi olan tostada, iri açılıp gevretilmişi olan tlayuda , fasulye , chili ve molenin tekrar tekrar kullanımı gibi geldi .Fajitas diye bir yemek burada yok mesela.Zaten sığır,koyun,inek,keçi ile İspanyolarla tanıştıklarını hatırlarsak temelde et ve süt ürünleri içermeyen bir mutfak.Fajitas da muhtemelen Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan ve oradan dünyaya yayılan bir yemek.
Horchata ise pirinç suyu,süt, su,şeker,tarçın , vanilya ile yapılan ayrıca içine biraz meyve ve kuruyemiş parçaları ve bol buz atılan tatlı bir içecek.Ben içtiğimi beğendim.
Mercado’dan çıkınca şehirde epeyce turladık.Her yerde yine müzikler,danslar, makyaj yaptıranlar,sokaklarda ölü makyajı ve kılığında birçok insanlar, yerlerde özel kıyafetlerle ölü taklidi yapıp para kazanmaya çalışan çocuklar yani çok hareketli ,cümbüşlü ama bir yandan da ülkedeki gelir uçurumuna şahit olabildiğiniz durumlar vardı.
Bu şehir ve bölge özellikle mezcalin üretildiği yer olduğu için önemli cadde ve sokaklarda tadım yaptıran ve içki satan mağazalar çok sayıda.İkinci sırayı Meksika’ya özgü bir süs eşyası sanatı olan allebrijeleri satan mağazalar ve hatta bunların çok büyük merkezleri var.Mesela Casa de Artesanas böyle bir yer.Sanatçılar Evi olarak çevirebileceğimiz mekanda yine ortada çok büyük bir avlu ve buna açılan dükkanlarda gerçekten binlerce belki on binlerce çeşit allebrijeler satılıyor.
Alebrije, Meksika kökenli bir zanaat türüdür. Bunlar, çoğunlukla neşeli ve canlı renklerle boyanmış, karton veya kağıttan ve tel yapıdan veya ahşaptan (geleneksel olarak kopal) yapılan el sanatlarıdır. Alebrijeler, farklı hayvanların fizyonomik unsurlarını biraraya getirip fantastik hale getiren süsler,el sanatları.
Karton veya kağıt alebrijeler için kullanılan teknikte, kağıt veya kamıştan yapılmış, üzerine kağıt katmanlarının karton oluşturuluncaya kadar katlandığı bir tel yapı kullanılır ki bu da adının geldiği yerdir; ve son olarak çeşitli boyama teknikleriyle bitirme işlemi yapılır. Resmi olarak Meksikalı sanatçı Pedro Linares López (1936) tarafından yaratıldılar.
Oxaca’nın geleneksel bir dokuması var.Bizim Şile bezinden daha kalın ve daha kaba.Üzerine de çeşitli desenler yapılıyor.Bunlardan kurulan pazarlarda çok satılıyor.Kesimleri çok basit.Ben pazarlarda da mağazalarda da beğendiğim bir tane bulup alamadım.
Bu bölgede bir de Zapotekler ve Miksteklerin kaktüslerde asalak yaşayan bazı böcekleri ( cochinella) ezerek elde ettikleri doğal boyalarla yaptıkları tekstil ürünleri de var.Ancak sanayi boyaları gelince bu zanaat büyük ölçüde kaybolmuş.Yerel olarak ne kadar yapıldığını bilmiyorum ancak bazı turistik turlarda bu üretimin yapıldığı köyleri ziyaret de var.
Bu böcekten elde edilen kırmızı boya İspanyol öncesi ve sanayileşmeden önceki dönemde İspanyol sonrası da olmak üzere Meksika için çok önemli bir renktir.Ayrıca mor,turuncu,gri ve siyah da elde edilen renkler arasında .
Bu akşam yemeğe Nil ‘in tavsiye ettiği Pitiona’ya gittik.Öncesinde biraz yürüdük.
Pitiona çok büyük bir binada ve muhtemelen iki binada kurulmuş çok katlı,teraslı hoş bir restaurant.Şef restoranı.Nil’ in tavsiye ettiği ribeye tostada, huitlacoche,Ceviche Rojo , Pulpo Vasco yedik. Bunların ayrıntılarını Gastronomi @ Mexico ‘ da vereceğim.Genel olarak iyiydi.Ortam güzeldi. Bu geceki kutlamalar daha sönük geldi bize ama ateş çemberleri çeviren kız ve Templo’ nun dışının projeksiyonla sanatsal aydınlatılması iyiydi.
Soğuk olduğu için akşam saat 10 da otele geri döndük ve uyuduk.
3 Kasım 2023
Bugün sabah saat 8.30 da rehberimiz Adriana ile buluştuk.Bizi kendi arabasıyla 8-9 km uzaklıktaki Monte Alban ‘ a götürdü.
Oaxaca’ dan çıkar çıkmaz yollar,evler kötüleşiyor.Yollar hem kötü hem de çok rampa var.Evler kişiliksiz,fakir,kötü görünümlü. Adriana ‘İşte burası gerçek Oaxaca’ dedi.
Şehir vadilere çok yayılmış.Merkezde kiralar çok pahalı .Bu nedenle epey uzaklarda
yaşıyorlar.Başlıca ulaşım araçları ise motosikletlerin çektiği tuktuklar.
Monte Alban çok güzel.Dağın tepesine kurulmuş bir Zapotek başkenti.Monte Alban’ ın yönetim merkezinin kurulduğu dağın zirvesi düz.İsa’ dan 500 yıl kadar önce kurulmuş ve İsa ‘ dan 500 yıl kadar sonraya dek parlak dönemini yaşamış.850 ‘ den itibaren yavaş yavaş terkedilmeye başlanmış.
Yukarıda çok kutsal olan rahiplerin hüküm sürdüğü bir bölge .Yine üstü düz olan piramitlerin üzerinde vakit geçiren rahipler halüsinojik mantarlar,agaveden yapılan fermente bir içki vb tüketerek, kafaları gayet yüksek,ayrıcalıklı bir hayat yaşamışlar.
Rahiplerle temas kurmak çok zormuş.Bu piramitlere çıkan basamaklar yüksek ,çevrelerinde devamlı gözcüler varmış ve bu bölgeye giriş – çıkış çok ciddi şekilde denetleniyormuş.
Antik Mezoamerikan toplumları tarıma dayalı toplumlar.Bu toplumlarda yağmur, kuraklık ,rüzgar büyük önem taşıyor. Bu toplumlarda rahiplik sınıfına yükseltilenler eğitimli kişiler.Özellikle takvim okumayı, astronomiyi biliyorlar. Böylece örneğin ne zaman yağmur yağacağını tahmin edebiliyorlar.
Bu maharetleri rahipleri tarıma dayalı mezoamerikan kültürlerinde ileri derecede önemli hale getiriyor. Zamanla rahipler eşliğinde yapılan ritüellerde kurban vermeler iyice artıyor ve kurbanların kalbini yemeye kadar varıyor.Bunda kullandıkları halüsünojik mantarların, içtikleri içkilerin beyin yapısını bozarak payları olduğunu sanıyorum.
Monte Alban’da piramitler simetrik yerleştirilmiş.Ortada çok büyük bir alan var.Piramitler yukarıda kalıyor. Dolayısıyla piramitlerin üstünden bakış görkemli ve yeşil.
Asıl yönetim bölümünde 4 tane piramit var.Aşağılarda daha fazla varmış.Halk aşağılarda,dağın eteklerinde yaşarmış. Tarımla uğraşırmış.Mısır,aguate,fasulye yetiştirirmiş.
Aşağıda ortada bir gözlemevi,bir güneş saati var. Ayrıca tüm Mezo Amerikan şehirlerinde olduğu gibi kalçaları ile top oynadıkları, her iki tarafı eğimli taş platformlar olan bir spor alanı var.Tüm şehirde 5 adet spor sahası varmış.Yukarıdaki sadece elitler için.Bu maçlar kurbanları belirlemek için yapılırmış.
Çok ciddi bir kast sistemi varmış Zapoteklerde , diğer Mezoamerikan kültürlerinde olduğu gibi.Elit ve zenginler birbirleriyle evlenirmiş.
Monte Alban ilk kurulduğunda 2 bin kişi imiş.En parlak döneminde ise 32 bin kişi imiş nüfus.
Los Danzantes meşhur.Bunlar Monte Alban’ da farklı yapıda insanların rölyef şeklinde canlandırıldığı taşlar.İsa’dan sonra birinci yüzyıla ait. O dönem Zapotekler daha barbar.Bu taşların üzerindeki insan figürlerinin bir kısmı kuzeye ve yere bakarken ( ölüme) ve bir kısmı da güneye bakıyor.Hepsi kastre edilmiş ve penisleri bariz görünüyor.Muhtemelen civardaki asi yöneticilere göz dağı vermek için yapılmışlar ve bu rölyeflerde canlandırılanların bir kısmını bu yöneticilere uygulamışlar.
Monte Alban’ da çok sokak köpeği gördük ve çok tatlılar.Mekanın asıl sahibi havasındalar.
Çevredeki dağlar çok yeşil ve güzel.Ancak rehberimiz Adriana’ nın anlattığına göre biz iki aylık yağış mevsiminden sonra gördüğümüz için öyleymiş. İlerleyen zamanlarda yeşil renk kayboluyormuş.
Sonra Adriana’ nın arabasıyla sevimsiz yerleşim birimlerinden ,kötü yollardan geçerek yarım saatte Cuilagon Guerro kentindeki Monastery of Santiago Apóstol ‘ a gittik.
Yolda benim karnım çok ağrıdı.Tuvalete zor yetiştim. Neyse ki sevgili rehberimiz Adriana bir arkeolog olarak burada 6 yıl kadar çalıştığından tanıdıkları vardı ve beni hızla çalışanlar tuvaletine yetiştirdi.
Oaxaca ve tüm Meksika’da su sorunu büyük. Musluk suyu ile diş bile fırçalamayın diyorlar.Ben ishalime sebep olarak Mercado’ da içtiğim Horchatadan şüphelendim.Yaptıkları su ve kullandıkları buz temiz olmayabilir diye.
Adriana ayda yalnızca bir kez şehir suyu verildiğini söyledi.Depolarını dolduruyorlarmış, ama elbette bir ay yetmediği için tankerle su alıyorlarmış.Bunu öğrendikten sonra şehirde devamlı gördüğümüz ,evlere, otellere, lokantalara su veren tankerlerin alameti farikasını anlamış olduk.Daha sonra yollarda giderken gördüğümüz evlerin damlarında gördüğümüz koca koca plastik depoların sebebini de anlamış olduk.Meksika güneşinde o plastik ne kadar olumsuz etkileniyordur, içlerindeki su ne çok plastik içeriyordur diye düşünmeden edemedim.
Bu nedenlerle çay, kahve bile musluk suyu ile yapılmıyor ve dişlerinizi de fırçalamayın dediler. Hindistan’da da diş fırçalamıyorduk ve hatta banyo yaparken ağzınızı açmayın,fazla kirlenmeden banyo yapmayın, banyoda gözünüzü açmayın, hızlı hızlı banyo yapın gibi uyarılar da almıştık.Suyun ne kadar kıymetli birşey olduğunu hepimizin anlaması gerekiyor.
Gelelim Monastery of Santiago Apóstol ‘ a. Fena bir manastır değil ama görülmese de olur. Burada öğrendiğimiz bir şey şu oldu : İspanyollar buralarda kiliseleri yaparken dışarıda uzun bir bölüm bırakırlarmış; bu da yerlilerin kendi ibadeti içinmiş.
Dönüşte ishalimizin ( Tayfun da oldu ) akıbetini bilemediğimiz için otelimizde dinlenmeyi tercih ettik.
4- Kasım Cumartesi
Bugün görmeyi planlamış olduğumuz bir saat uzaklıktaki Mitla Antik Kentine gitmeme kararı aldık.Bunun üç sebebi oldu :
1- Rehberimiz ve turumuz hastalığımız nedeniyle ayarlanamadı
2-Biz barsak rahatsızlığımız nedeniyle yola gitmek istemedik.Gerçi ishalimiz sabaha geçmişti ama yine de ne olur ne olmaz dedik.
3- Okuduğumuz kadarıyla bir Zapotek kenti olan Mitla İspanyollar tarafından tamamen yıkılmış, taşları ile kilise ve manastır yapılmıştı.Mitla’ ya gidince görülen San Pablo Villa de Mitla oluyordu.
Mitla ‘ Ölüler Şehri’. Zapotekler gerçekten ölülere çok önem veriyorlarmış.Anıt mezarların ( tomb) alt katına koydukları ölüleriyle sık sık görüşürlermiş.
Mitla ‘ da anladığım kadarıyla boydan boya bir koruma duvarı kalmış ve geometrik süslemelerle bezenmiş.Onun dışında İspanyol köyünde vakit geçiriliyor.
Mitla yerine biz şehirdeki Templo Santo Domingo’ nun müzesini ziyaret ettik.Bu tapınak 2 Kasım gecesi çok artistik bir şekilde ışıklandırılmıştı.
Monte Alban antik kentini ortaya çıkaran ve çok emeği geçen Alfonso Caso isimli bir arkeolog var.Bana göre müzede en etkileyici bölüm meşhur 7. Tumbadan çıkarılanların yer aldığı ve Alfonso Caso ‘ nun çalışmalarının da fotoğraf ve videolarla sergilendiği bölüm ve en etkileyicisi de kazıları yaparken bir bölümü açtıklarında karşılarına çıkan görüntünün fotoğrafının dev bir cam masa üzerinde sergilenmesi.Kemikler,altın işlemeler, turkuaz taşları… Bir de yüzü turkuaz taşları ile kaplanmış kafatası.
Ayrıca altından yapılmış güzelim minik heykeller, objeler de çok etkileyici.Bu tumbadan 3,5 kg altın çıkmış.Zapoteklerden sonra bu tumbayı kullanan Mikstekler de altın ve değerli taş işçiliğinde ilerilermiş, Miksteklerin bu dönemi aşağı yukarı İsa’ dan sonra 1200-1500 yıllarına denk geliyor.
Daha sonra şehirde turladık.Ölüler Günü şamatası artık bitiyordu.Canlandırmak için muhtemelen belediye tarafından organize edilen danslar, sokak konserleri ve eğlenceleri vardı; ama tahminim hafta sonu bitince herkes elini eteğini çeker ve şehir sakinleşir diye düşündüm.
Öğle yemeği için yine gösterişli bir şef restoranı olan Casa Oxaca’ ya gittik.Yine kat kat çıktık.Sanırım yine iki avlulu bina birleştirilmişti.Ama gösterişine karşın garsonların pantolonunda sökükler olması, bazılarının kıyafetlerinde lekeler olması bana ilginç geldi.Yemekler güzeldi.Ama sanırım garsonların üstü başı ile ilgilenen bir sorumlu yoktu.
Oxaca’ da lokantalar genellikle 2 şekilde: 1- Avluda 2- Terasta
Terastakilerin üzerleri genellikle hasırımsı şeylerle kaplı .Uzun kumaşlarla da bir nevi uçuşan perdemsi birşeyler yapıyorlar . Ama kapalı bölümler de oluyor. Oxaca’ ya özgü , farklı bir tarz.Şehirdeki kolonyal yapıların özelliğinden kaynaklanıyor.
Akşam Mexico City’ ye uçtuk.Uber ile otelimiz Hyatt Regency Mexicoya gittik. Otelimiz çok merkezi ve iyi bir semtte idi ve odamızı beğendik.Bir duvarı boydan boya kaplayan camımızdan şehirden geniş açılı bir kesit görüyorduk.
Akşam otelin lobisinde yedik.Ben empanada yedim.Çok güzeldi. Otelde Amerikan askerlerinin katıldığı bir toplantı vardı sanırım.Eşleriyle birlikte birçok Amerikan askeri vardı.Kadınlar tuvaletliydi.
Sabah otelin hızlı servis veren bir bölümünde çabuk bir kahvaltı yaptık.Ben yine empanada yedim, yine güzeldi. Daha sonra Centro Historico’da rehberimiz Gerardo ile buluştuk.Kendisi mimarmış ve üniversitede mimarlık tarihi ile ilgili ders veriyormuş.Rehberlik görevini başarıyla yaptı.3 saatte temel bilgileri başarıyla toparlayıp bize aktardı.
MexicoCity nin kuruluşu bir efsaneye dayanıyor.1325 yılında Aztekler tarafından Texcaco Gölü üzerinde kuruluyor.Efsaneye göre tanrı Huitzilopochtli Azteklere kutsal bir yerde kalıcı bir ülke kurmalarını söylemiş. Gagasında bir yılan taşıyan kartalın bir kayadaki kaktüsüse konduğu yer olmalıydı burası.Efsane dışındaki gerçeğe bakarsak daha stratejik noktalar daha önce kapıldığı ve gölde yiyebilecekleri balıklar olduğu için seçmiş olabilirler.Ayrıca takdir edersiniz ki bir adayı akınlardan korumak daha kolaydır.Texcaco Gölü üzerinde kurulmuş olan bu Aztek ülkesinin başkenti : Tenochtitlan idi ve bugünkü Mexico City de bu Tenochtitlan şehrinin üzerine kurulmuştur.
Aztekler bu göl üzerindeki bir adaya ülkelerini kurduktan sonra zaman içinde kara ile bağlantı kurmak amacıyla göl üzerinde kara ile ada arasında birbirini kesen dikey yollar yaparak genişlemeye başlarlar.Aztekler daha sonra mobil adalar yaparak genişlemeye devam ederler. Günümüzde Mexico City ‘ nin merkezinin bir göl üzerinde olduğunu düşünmek etkileyici.Merkezdeki binaların kayıyor olmasının sebebi de bu ; bir de bu ülkenin deprem kuşağında olduğu düşünülürse, biraz tedirgin olmamak elde değil.
Terminolojik açıdan bilinmesi gereken bir konu da Tenochtitlan üzerine yerleşmiş Aztek ‘ lere o devirde Mexicalar ( Meşikalar) denilmekteydi.Günümüzde ülkenin ve şehrin adı buradan gelmekte.Aslında şehir adını oraya yerleşmiş olan Aztek’ lere verilen isimden almış ve sonra da ülkeye de bu isim verilmiştir.
Tam merkezde önemli Aztek tapınağı Templo Mayor yer almaktadır.Templo Mayor Meşikaların başkenti Tenochtitlan’ da yer alan ana tapınaktı.Mimari tarzı Mezo Amerika’ nın ( Mezo Amerika terimi bu yazının başlarında anlatılmıştı) geç post klasik dönemine aittir.Tapınağa Nahuatl dilinde Huēyi Teōcalli denilmektedir.
İspanyol istilası döneminde bu tapınağın üzerine de kolonyal binalar inşa edilmiştir ancak daha sonra çıkarılan bir yasa ile bu kolonyal binalar yıkılarak tapınak açığa çıkarılmıştır.Tabii yıkım da bir yere kadar.Bir noktada tak kesiliyor ve kolonyal evler başlıyor.Yine de şehrin tam göbeğinde mesela bizim Taksim meydanı kadar merkez meydanında büyük bir tapınak piramid tüm heybetiyle karşımızda duruyor.
Templo Mayor ‘ a karşıdan baktığımızda sağda büyük ,yuvarlak bir taş gözümüze çarpıyor.AslıTemplo Mayor Müzesinde olan bu büyük beyaz taşta rölyef şeklinde mitolojik bir hikaye anlatılıyor , şöyle ki : Coyolxauhqui büyük Tanrı Huitzilo’nun kız kardeşi.Anneleri Coatlicue Huitzilopochtli’ ye hamile iken ( bu tanrıçanın 400 den fazla çocuğu olduğu sanılıyor) Coyolxauhqui dört kardeşini annesinin karnındaki Huitzilopochtli’yi öldürmeleri için organize ediyor.Ancak Huitzlopochtli bunu anne karnında iken haber alıyor ve bunun sonucunda Coatlicue tümüyle büyümüş ve silahlara kuşanmış bir oğlan doğuruyor.Yeni doğan Huitzilopochtli ona saldıran kızkardeşi Coyolxauhqui’ yi öldürüp kafasını vücudundan ayırıyor ve havaya atıyor.Bu kafa ay oluyor ve anneleri her gece bu ayı görüyor.Kardeşlerin kafaları da yıldızlar oluyor. Bu rölyefin fotoğrafını koymak isterdim ancak ne yazık ki çekmeyi ihmal etmişim, ancak internette çok sayıda mevcut,inceleyebilirsiniz
Metropolitan Katedrali,Templo Mayor ve Ulusal Saray’ın bulunduğu meydanın adı : El Zócalo. 500 yıllık tarihi sırasında meydan pek çok resmi isim alsa da 1843 yılından beri gayri resmi olarak El Zócalo diye anılmaktadır çünkü 1843’te Antonio López de Santa Anna, Meksika’nın Bağımsızlığı anısına bir anıt dikmek için bir yarışma düzenledi ve merkeze bir sütun inşa edilmesini planlayan Lorenzo de la Hidalga yarışmayı kazandı.Anıt hiçbir zaman dikilemedi ; sadece kaidesi yerleştirildi; Geçen yıllar boyunca kaide orada kaldı.El zócalo kaide demek .Halk bu meydana yıllar boyunca orada anıtsız olarak kalan kaide kelimesini isim olarak yakıştırdı.
Burası yüzyıllar boyu hem Azteklerin hem de İspanyolların toplanma noktası olmuş.Günümüzde de önemini korumakta. Geçitler, konserler,dini gösteriler, protestolar halen bu meydanda yapılmakta.Burası kelimenin tam anlamıyla Mexico City ‘ nin kalbi.Burası ve üstündeki yapılar su üstüne kurulmuş olduğu için kayıyorlar.Binaların görünüşünden,asimetrisinden anlaşılabiliyor bu.
Resmi adı La Plaza de la Constituciòn (Anayasa Meydanı) olan El Zocalo’ da kuzeyde Mexico City Metropolitan Katedrali, doğuda Ulusal Saray (Federal Yürütme Şubesi’nin merkezi), Eski Belediye Sarayı ve Hükümet Binası (bir öncekinin kopyası, her ikisi de Hükümet Binası) ile çevrilidir. Mexico City genel merkezi (yerel Yönetim Şubesi) güneyde ve batıda ticari binalar (Portal de Mercaderes gibi), idari binalar ve oteller bulunmaktadır. Meydanın kuzeydoğu köşesinde Templo Mayor Müzesi ve Manuel Gamio Meydanı’nın yanı sıra Metro Hattı 2 üzerindeki Zócalo istasyonu bulunmaktadır.
Metropolitan Katedrali gerçekten çok görkemli ve çok yüksek maliyetle tamamlanmış bir katedral.Zócalo’nun kuzey tarafında yaklaşık 250 yıllık bir süre (1573-1813) boyunca inşa edilen Metropolitan Katedrali, sömürge döneminde baskın olan üç mimari tarzın bir karışımını sunar: rönesans, barok ve neoklasik.1791 yılında İspanya’dan Yeni İspanya (Meksika) ‘ ya gelen Manuel Tolsa resmi mimarlık eğitimi olmamasına rağmen katedrali bitiren mimar oldu.Mimarlık eğitimi almamıştı ancak heykeltraşlık eğitimi almıştı.Özellikle kubbeyi tamamladı (orijinal plandan genişleterek ve yükselterek ) ve katedralin kulelerini süsledi. Ayrıca cephenin tepesi için üç alegorik heykel (İnanç, Umut ve Hayırseverlik) yaptı.
Katedralin içi çok görkemli ve büyük .Muhteşem altın varaklı altarlar var.Her iki tarafı birbirinin aynı olan 2 dev org da burada.Bunların arasındaki boşluğu kapatan madeni dev kapı taa Çin’den getirilmiş.
Bütün ihtişamına rağmen Metropolitan Katedrali dünyada en çok ziyaret edilen tapınak ünvanını Meksiko City ‘ nin bir saat kadar dışında yer alan mütevazi ‘ Our Lady of Guadalupe ( Nuestra Señora de Guadalupe ) kilisesinin elinden alamamıştır.
Our Lady of Guadalupe’nin kim olduğunu ve dünyanın en çok ziyaret edilen ve hacı olunan kilisesinin hikayesini Meksiko City ‘ deki ikinci günümüzü anlatırken anlatacağım.
Katedralle ilgili söylenecek şeylerden biri de göl üzerine kurulmuş olmanın sonucu olarak kayan katedralin kayma düzeyini ölçebilmek için yukarıdan aşağı dev bir sarkaç uzanıyor.
El Palacio Nacional de Mexico Zócalo meydaninda bulunan ikinci önemli bina.İnşasına 1552 ‘de Hernan Cortés’ in ikinci konutu olarak başlanmış.Bu sarayın bulunduğu yeri de kapsayan bir bölüm Tenochtitlan’ ın dokuzuncu ve son imparatoru olan Moctezuma II ye ait olan ev komplekslerinin bulunduğu yerdedir.İspanyolların gelişinden iki yıl önce II. Moctezuma, bugünkü Ulusal Saray’ın bulunduğu yerde muhteşem bir saray olan kraliyet evlerinin inşasını emretmişti.Bu kompleks sadece bugünkü Ulusal Sarayın bulunduğu yeri değil aynı zamanda daha sonra Meksika Üniversitesi’nin inşa edildiği bloğu ve hatta Yüksek Adalet Divanının bulunduğu yeri kapsıyordu.
- Moctezuma’nın yaşadığı lüksler Hernán Cortés tarafından Kral V. Charles’a yazdığı mektuplardan birinde de anlatılmıştı. Hernan Cortés’ in sarayı son Aztek hükümdarı Moctezuma’ nın sarayının ‘eski evler’ denilen bölümünün taşları kullanılarak ,onların üzerine yapılmıştı.Sarayı 1562 yılında Hernan Cortés’ in oğlundan kraliyet satın aldı.
1824 ‘ e dek krallar tarafından ikametgah olarak kullanılan saray 1824 ‘ te kongre tarafından ‘ İmparatorluk Sarayı ‘ tanımı değiştirilerek ‘ Ulusal Saray ‘ olarak anılmaya başlandı.Daha sonra çeşitli yöneticiler tarafından kullanılan Milli Saray günümüzde Federal Yürütme Organının genel merkezidir ve bazı önemli törenler de burada yapılmaktadır.
Rehberimiz Gerardo bize Katedral, Templo Mayor ve Ulusal Saray ‘ın çevrelediği Zócalo meydanını gezdirdikten sonra trafiğe kapalı cadde Francisco I Madero caddesine yöneldik.Burası Mexico City ‘ nin en tarihi caddesi.Bu caddede sağlı sollu çok güzel binalar var.Rehberimizin anlattığına göre bunlar çoğunlukla kolonyal dönemde zenginlerin yaptırdığı binalarmış; bazılarının hikayeleri var.Örneğin Zócalo’dan yine ihtişamlı bir bina olan Güzel Sanatlar Müzesine yürürken sol kolda kalan güzel bir yapıda ( Casa Borda ) çok uzun, iki binayı birbirine bağlayan ince bir balkon var.Zengin adam güzel karısı dışarı çıkmasın da bu balkonda yürüsün diye yaptırtmış bunu.
Caddenin bitiminde sağda La Casa de Los Azulejos var.Burası dışı çinilerle süslenmiş çok güzel bir bina.Bu bina uzun yıllar iki Amerikalı kardeşin açtığı Sanborns Alışveriş Merkezi olarak var olmuş.Şimdilerde adı aynı ancak sahibi Meksika ve dünyanın en zengin insanlarından olan Carlos Slim’in.
İlginç bir mekan çünkü 1- Bina çok çok güzel 2- Bu alışveriş merkezinde iğneden ipliğe, elektronikten çiçeğe herşey satılıyor ve bu karakterine özellikle dokunulmuyor 3- İçinde birçok güzel restaurant ve kafeterya var.Bunlar birbirinden bağımsız gibi görünseler de aslında hepsi aynı işletme.Birçok tarihi salonda hizmet veren bu restaurantta yemek kalitesi de iyiymiş. Gerardo’nun söylediğine göre Meksika’ da çok meşhur olan Enchiladas Suizas buradan çıkmış ve hala en iyi yapan yer burasıymış.
Mısır tortillallarının içine tavuk konularak sarılmasıyla elde edilen bu enchiladada salsa verde( yeşil salsa sosu) krema ile karıştırılıp enchiladaların üzerine bolca dökülür;adeta enchiladalar sosta yüzüyor gibi servis edilir.Bu meşhur yemeğin de çıkışına dair iki hikaye var: Birincisinde La Casa de Azulejos’ ta açılan ilk Sanborns restaurantta şef bu farklı enchiladayı yaptıktan sonra ilk kez tadan Walter Sanborn bu yemeği İsviçre dağlarındaki karlara benzetip ‘ bu Enchilada Suiza ‘( İsviçre enchiladası ) demiş ve isim öyle kalmış.Bize Gerardo ‘ nun anlattığı bu.Hala çok ilgi görüyor.Masalara servis edilen üç yemekten biri Enchiladas Suizas tı gördüğüm kadarıyla.
Öğle yemeği için Mexico City ‘ nin geleneksel lokantalarından Danubio’ da rezervasyon yapılmıştı.Alonso Gerardo’dan bize restaurant kapısına dek eşlik etmemizi istemiş; gerekçe de yürüyeceğimiz yolların tehlikeli olma olasılığı imiş, ama bize hiç öyle gelmedi.Francesco I Madero caddesinin sonundan ortalama 10 dakikalık bir yürüyüşle ulaştık.Küçük bir Çin Mahallesinden geçtik.O semti benzetmem gerekirse belki biraz Tophane diyebilirim. Danubio büyük, yüksek tavanlı bir geleneksel restaurant. Formal giyimli orta yaşlı garsonlar hizmet ediyor ve servis çok hızlı.
Nil ve Alonso’ nun yememizi tavsiye ettiği Langustino ( dev karidesler) ısmarladık.Bir porsiyon sarımsaklı (con ago) ve bir porsiyon da tereyağlı ( con mantequilla ) ısmarlayıp paylaştık.Nefisti.
Akşam yemeği rezervasyonumuz Chapulines’ te idi.Bu geleneksel ile moderni harmanlayan restaurant kaldığımız Hyatt Regency otelin hemen yanındaki Intercontinental Hotel’de idi.Ancak otelin tam olarak içinde değil de bağımsız olarak bahçesinde gibi konumlanmış.Zevkle dekore edilmiş.Bahçe içinde konuma uygun olarak dekorasyonda kullanılan hasırlar,tahtalar ve duvarların dekorasyonunda kullanılan Oaxaca bölgesine ait siyah kil çamuru da buraya ayrı bir hava vermiş.
Ortamı da yemekleri de beğendik.Bize çok tavsiye edilen Chiles en Nogada mevsimi olmadığından yokmuş.Bu ceviz soslu biber dolması ancak burada kullanılan biber tipi ( poblano ) mevsimi değilmiş.Bu poblano biberi Puebla bölgesinin biberiymiş. Tavsiye edilen diğer yemekler : Sopa de tortilla ( tortilla çorbası ) , Almejas Chapulin ( çiğ deniz tarağı) , Aquachile callo ( deniz tarağı sevichesi gibi ), tostada de pulpo ( tostada kızartılmış tortilla demek ,bu yemekte chipotle mayonez soslu olarak kullanılmış. )
Ertesi gün Mexico City ‘ deki son günümüzdü ve o gün saat ikiye dek Teotihuacan ‘ a ayrılmıştı.Aslında 1995 yılında da gitmiştik Teotihuacan’ a ama yaklaşık 30 yıl sonra tekrar ziyaret etmek de ilginçti.
Teotihuacan Colombus öncesi Kuzey Amerika’ nın en önemli kenti.Kurucuları muhtemelen Aztek öncesi kültürler.,Şehri ilk kuranların kim olduğu tam bilinmemekle birlikte multi-etnik ( Zapotek-Mikstek-Maya ) kökenden gelen çiftçiler olabileceği sanılıyor.Verimli topraklarda geleneksel yöntemler dışında daha verimli sulama teknikleri buldukları ve özellikle kano taşımacılığı ile hammaddeleri şehre daha rahat getirebildikleri ve işlenmiş ürünleri de uzaklara götürüp satabildikleri düşünülüyor.Ayrıca şehirde büyük ticaret fuarları tarzı etkinliklerin de olduğu sanılıyor.
.En büyük piramid olan Güneş Piramidinin yapılış tarihi milattan sonra 100 olarak veriliyor.
Bölgedeki Maya,Zapotek ve hatta daha evvelki Olmek uygarlıklarında hanedan ve kral yönetimi izleri varken Teotihuacan’ da bu tarz yönetimin izleri gözlenmemiştir.Dolayısıyla kolektif bir yönetim olduğu düşünülmektedir.
.Aztekler şehri terkedilmiş halde buluyor ve Nahuatl dilinde ‘ Tanrıların Yaşadığı Yer’ anlamına gelen Teotihuacan adını veriyorlar.
Bu kentten kimi yazıtlarda ‘ Tollan ‘ olarak bahsedilmektedir ki bu da Tolteklerin ‘ Kayıp Başkent Tula ‘ diye işaret ettikleri şehrin adının bir versiyonudur.René Guénon’ a göre binlerce yıl önce batmış olan kayıp bir kıtadaki ilk merkezin adı buydu ve o kayıp kıtadan (Mu) göç etmiş olanlar yerleştikleri yerlerdeki ilk merkezlere anavatandaki merkez olan Tula’ nın adını vermişlerdi.
Teotihuacan’ ın yaygın söylendiği biçimde Aztek şehri olmadığını, Azteklerin bu şehrin muazzam kalıntılarını bularak isim taktığını bir kez daha hatırlayalım.Teotihuacan’ ın tarihi milattan önce 600 e kadar gitmektedir.Bu açıdan bakılınca 3 bin yıllık bir şehir olduğu söylenebilir.Ancak görkemli dönemleri milattan sonra 1. Yüzyıldan itibaren başlamaktadır.İlk olarak çevresindeki güzel akarsular nedeniyle yerel çiftçilerin kurduğu bir şehir.Milattan sonra 1.yüzyıldan sonra hızla gelişiyor.Başka yerleşimlerin volkanik patlamalara maruz kalması bu gelişimi hızlandırıyor.Birinci ve dördüncü yüzyıllar arasında müthiş Ay ve Güneş Piramitleri yapılıyor.Milattan sonra 2-4.yüzyıllar arası yönetim merkezi Tüylü Yılan Sarayından Ölüler Meydanındaki komplekslere doğru kayıyor.Bu da bize yönetimin daha merkezi biçimden daha az merkezi bir biçime dönüştüğünü,belki bölümlere ayrılarak yönetilmeye başlandığını ve bürokrasinin geliştiğini düşündürüyor.Milattan sonra 350-650 arası ise şehrin en güçlü dönemi.Bu dönemde Amerika’nın en büyük ve kalabalık şehri.Dünyanın ise en büyük ve kalabalık 6.şehri olduğu sanılıyor.( nüfus 125000 civarında).18 kilometre karede 2000 civarında yapı var bu dönemde şehirde.Bu dönemde Tüylü Yılan Tapınağı yenileniyor,süsleniyor.Bu dönemin özelliklerinden biri yeşil taştan yapılan cenaze maskeleri ki bunlar turkuaz,deniz kabuğu veya obsidyen taşla süsleniyor.Bu maskelerde oldukça uniform bir yapı gözleniyor.
Teotihuacan’ ın mimari ve sosyal anlamda çok uzaktaki Maya şehirlerini etkilediği düşünülmektedir.Örneğin 600 mil güneyde , bugünkü Guatemala sınırları içinde kalan Tikal 378 yılında Teotihuacan yönetimi tarafından değil ama oradan atılan bir grup tarafından zaptedilmişti.Teotihuacan’ın Maya şehirlerini etkilemesi gerileme ve hatta çöküşünden sonra bile devam etmiştir.Teotihuacan’ a özgü olan Talud-Tablero mimari stilinin pek çok Maya şehrinde bulunduğu gözlenmiştir.
Teotihuacan dönemi için bir sanayi şehriydi.Zanaatkarlar ve sanatçılar şehirde çok sayıdaydı,çok önemliydiler ve çok güzel eserler vermişlerdir.Özellikle eşsiz mural lar paha biçilmezdir.Şehirdeki sanat ortamını ve eserlerini Rönesans İtalya’sının Floransa ile mukayese etmek mümkündür.
Şehir planlaması olarak da çok önemli bir şehir.Son derece titizlikle planlanmış.Şehrin planı için nehrin açısı bile değiştirilmiş.Şehir planlanırken çok sayıda insanı yerleştirecek ev grupları oluşturulmuş.Bunlar bir kompleks içinde,önünde sütunlu verandası olan tek katlı evler.Belli bir sayıda evin ortak kullandığı dini ve sosyal alanlar,yapılar var.Bu da dinin günlük yaşamdaki önemini anlatıyor.Teotihuacan’daki evlerin içleri de zamandaşı Roma’ daki gibi murallerle,boyamalarla,resimlerlerle süslüydü.Günümüz şehirlerindeki Japon,Çin,Meksika mahalleleri gibi Teotihuacan’da da Zapotek,maya,Misawakano mahalleleri vardı.
Mahallelerde seramik,çanak-çömlek,obsidyen taştan bıçak,silah üretimi,hasır el işçiliği,heykelcilik,kasaplık,maske üretimi ve daha birçok sanat ve zanaat işleri yapılırdı.
İlginç olan en mütevazi halk bile üstün nitelikli ürünlere ulaşabiliyordu.Halkın bu yüksek yaşam standardı Teotihuacan’ ı bir cazibe merkezi haline getirmiştir.
Mezoamerika topluluklarında para yoktu.Alışveriş takas yöntemiyleydi.Meksika topraklarında kahve üretimi olmamasına rağmen Teotihuacan’da bulunan kahve çekirdekleri bunların zaman zaman para niyetiyle kullanılmış olabileceğini düşündürmektedir.
Teotihuacan el sanatları,zanaat ve ticaretle ünlü olsa da tüm üretimlerin temeli aslında tarım ve özellikle mısır tarımıydı.Polkay denilen ve agave bitkisinden elde edilen bir alkollü içkinin çok ve yaygın olarak tüketildiği anlaşılmaktadır.
En önemli tanrıları : Tlaloc-Fırtına tanrısı. Kalın çerçeveli gözlük gibi gözleri var.
Tüylü yılan ( Quetzalcoatl) Pek çok uygarlıkta karşımıza çıkan ,devam eden bir tanrı.
Su tanrıçası Teotihuacan’ da çok önemli ancak bu tanrı başka uygarlıklara aktarılmamış.
Teotihuacan’ ın simgesi sayılabilecek Ay ve Güneş Piramitlerinden de bahsetmesem olmaz.Mezoamerika piramitleri genelde iç içe geçmiş piramitler şeklinde.Yani ilk önce bir piramit yapılıyor, belli bir zaman sonra ( 52 yıl ) üstüne bir tane daha inşa ediliyor.(52 yılın niçin 52 yıl olduğunu ilerde Chichen Itza’yı anlatırken açıklayacağım).Daha sonra onun üstüne de bir tane daha yapılır ve böyle ilerler.İç İçe geçen Rus oyuncakları Matruşkalara benzetebiliriz.Mısır piramitlerinden farklı olarak dev kalıp taşlarla değil basamak basamak inşa edilirler ve üstleri alçı ile kaplanarak bu alçıya da çok güzel süslemeler yapılır.
Mezoamerika piramitlerinin bu basamaklı yapısı Talud-tablero adını alır.
Mezoamerika piramidleri her zaman mezar değildir.Çoğu zaman en tepelerinde bir tapınak vardır.Bazen bir ev olarak bile inşa edilmişlerdir.
Güneş Piramidi daha büyük olandır.Yüksekliği 70 m.Taban ölçüleri ise 215×215 metredir.Bunlara güneş ve ay piramidi adını Aztekler vermiştir.Güneş piramidinin tanrı Tlalok ve ay piramidinin de Su Tanrıçası için yapıldığı sanılıyor.Azteklerde ayın dişi kabul edildiği düşünülürse uygun bir isimlendirme olmuş diyebiliriz.
Milattan sonra 650-750 arasında ise gerileme devri başlıyor.Şehrin en önemli bölümü olan Ölüler Bulvarı civarındaki yapıların yanmış olması bu dönemde bir takım iç huzursuzluklar yaşandığını düşündürüyor.Yönetici sınıf ile orta sınıf arasındaki sorunların bu gidişe yol açtığı düşünülüyor.Şehrin en az üçte birinin sanatçı ve zanaatkarlardan oluştuğu düşünülüyor.Bunların kullandığı hammaddenin elde edilmesi ve elde edilen ürünlerin de başka bölgelere satılabilmesi gerekiyor.Bunu sağlayanlar ise yöneticiliği üstlenen sınıf.
Bu ticaret yollarını engelleyebilen giderek güçlenen başka devlet ve şehirlerin gelişmesi Teotihuacan’ ı ekonomik olarak zora sokmuş, bu da yöneticilerle üreten sınıf arasında çatışmalara yol açmış olabilir.
Halkın fakir bir kesiminin yaşadığı bir apartman kompleksinin mezarlığında bulunan 166 iskeletten 52 sinin hemen doğum sonrası besinsizlik nedeniyle ölen bebeklere ait olduğu saptanmıştır.Fetüslerin hamileliğin son 3 ayında beslenememiş olmaları da bir kıtlığı düşündürmektedir.Bu kıtlığa sebep olan ise 536 da başlayan ve birkaç yıl süren iklim değişimine yol açan İlopango Volkanik Patlamasıdır.
Siyasi ve ticari sıkıntılar,kıtlık gibi sebepler insanların göçüne sebep olmuş, göçtükleri yerlerden biri de yukarıda bahsettiğimiz Meksiko City nin üzerinde kuruldu Texcaco gölü olmuştur.
Teotihuacan Meksiko City’nin 40 km kuzeydoğusunda yer alan 30 km2 lik bir alanı kapsar.
Bazı Aztek efsanelerinde insan kılığına girerek insanlara uygarlığı öğreten ve sonra da göklere geri dönen ilah Tüylü Yılan (Quetzalcóatl) tasvirinin ilk örneklerine Teotihuacan’ da rastlanmıştır.Quetzalcóatl ve Huitzilopochtli mezoamerikan uygarlığının en önemli iki tanrısıdır.Tüylü yılan Quetzacóatl Mayalarda Kukulcán,Quicheler arasinda Gucumatz olarak biliniyordu.
Teotihuacan’ ın küçük ama güzel bir müzesi var bu müzeden Ay Piramidi inanılmaz güzel görünüyor.
Deneyimli rehberimiz Laura önderliğinde gittiğimiz Teotihuacan yolunda dünyanın en fazla ziyaret edilen ve ziyaret sonucu hacı olunan mabedi Guadalupe Meryemi bazilikasının yakınından geçtik ancak mabede uğramadık.
Latin Amerika’da Bakire Meryem Guadalupe Meryemi olarak biliniyor.1531 yılında Meryem’in şuan bazilika olan yerde çiftçi San Juan Diego ve amcasına göründüğüne ve onlardan durduğu yerde kendi adını taşıyan ( kendisi Guadalupe Meryemi olarak anılmak istiyor ) bir mabed inşa etmelerini istediğine inanıyorlar.4-12 Aralık arası Katolik dünyasından pek çok ziyaretçi bu küçük kiliseyi ziyaret edip hacı oluyor.
Teotihuacan dönüşü çok önceden rezervasyon yaptırdığımız için gidebildiğimiz kadın şef Gabriela Cámara’ nın başarılı restaurantı Contramar’a gittik ve çok beğendik.Özellikle Tostada de Atún imzası ve muhteşem.Yeşil ve kırmızı salsalı balığı da çok beğendi Tayfun.
Contramar ‘ a öğle yemeği için gittiğimizden kalan vaktimizde Condesa ve Roma mahallelerini gezdik.Roma filminin çekildiği yerler.Güzel mahalleler.Geniş bulvarlar ve müstakil evler ya da küçük apartmanlar.Beğendik.
Contramarda o kadar çok doymuştuk ki akşam yemeği rezervasyonumuzu iptal ettik.Erkenden uyuduk.Sabah yeni rotamız Yucatan yarımadasına doğru yola çıktık.
Cennet Yucatan’ a girişimiz Merida’ dan oldu.Merida havaalanına indik.Merida Yucatan yarımadasının başkenti ve en büyük kenti.Kolonyal dönemde önemli bir şehir.Hala da önemli,güzel ve güvenli.Kolonyal mimarinin tüm özelliklerini taşıyor ve büyük, çirkin apartmanların görünmediği bir şehir.Günümüzde dünyanın insan yapımı harikalarının içine giren Chichen Itza antik kentine ve Cenotelere yakınlığı Merida’ yı önemli kılmaktadır.
Merida havaalanından araba kiraladık çünkü Yucatan yarımdadasında rahatça seyahat edebilmek için araba gayet faydalı.
Geceyi bir Haciendada geçirdik.Unutulmaz bir deneyimdi.Hacienda büyük boyutlarda bir tarımsal alan.Çekirdeğinde mimari değeri yüksek bir mülk yer alıyor.Haciendalarda yetiştirilen tarımsal ürünler katma değeri yüksek ürünler ,mesela kahve.Bizim kaldığımız artık otele dönüştürülmüş( tatil köyü demek daha doğru) ve harika bir doğanın içindeydi.İsmi : Hacienda Xcanatun by Angsana.
GPS imiz bizi doğanın içinden geçirerek başka bir doğaya soktu.Aracımızı Haciendanın binasının önünde park ettik.Çok güzel ve büyük bir kolonyal bina.Bizi birçok rakunlar karşıladı.Bunlar Hacienda doğasında serbestçe geziyorlardı.Çok şirin ve meraklı gözüküyorlardıBize bizi upgrade ettiklerini( odamızın sınıfını yükselttiklerini ) söylediler.Teşekkür ettik.
Bulunduğumuz binadan çıkıp güzel ve kolonyal başka bazı binaları geçip iki katlı yeni yapıların önüne geldik.Odamız gerçekten çok büyük ve çok güzeldi.Bu odalardan az sayıda varmış.O sırada otel müsait olduğu için bize bu lüks ve büyük odayı verdiler.Odanın kendine ait bir bahçesi ve bu bahçede jakuzisi vardı.
Eşyalarımızı yerleştirip akşam yemeği için hızla Merida’ ya gittik.Yine bir haciendada olan tarihi restaurantımızın yemekleri ortalamaydı.Restaurantın adı Hacienda Teya idi ancak şehir içinde olduğu için sanırım artık toprakları fazla kalmamıştı ancak bina yine çok güzel ve avluluydu.
Meridada küçük bir tur atıp otelimize geri döndük.Bahçe keyfi yapmaya karar verdik.Akşam 8 e dek yaptık da ancak 8 de bastıran sivrisinekler bizi odanın içine girmeye zorladı.
Kahvaltıya gittiğimizde bu sefer de maalesef kara sinek sürprizi ile karşılaştık.Kahvaltıyı da çok beğenmediğimiz için hızlı bir şekilde kalktık ; zaten kara sinek saldırısı nedeniyle oturmak mümkün değildi.
Dosdoğru Chichen Itza ‘ ya kurduk GPS imizi.Hakkında çok duyduğum heybetli ve muhteşem Chichen Itza gerçekten çok etkileyici idi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Aztek şehirlerinin aksine Maya şehirleri önceden titizce planlanarak kurulmuyor.Şehir gerektikçe kendi iç dinamiği ile gelişiyor; bu nedenle şehri kroki ile gezmekte fayda var.
Maya uygarlığına ait kent MS 600 yıllarında kurulmuş ve çok iyi korunarak günümüze gelmiş.10 km2 alana kurulmuş bir şehir.Yucatan yarımadasında nehir veya dere veya göl bulunmuyor.İnanılmaz güzel bir doğası olmasına rağmen bu anlamda şansız.Ancak yarımdada nisbeten yeni bir oluşum ( 2 milyon civarında ) yeryüzünün zaman zaman çökerek yerleşmesi sonucu bizim Türkçede obruk dediğimiz cenoteler oluşmuş,İşte Chichen Itza bu cenotelerin yoğun olduğu bölgede kurulmuş.Şehrin kendi içinde 2 önemli obruk ve yakınında ise Yucatan’ ın en büyük obruğu olan Cenote Ik-Kil var.
Mezoamerika uygarlıkları için hiyelogrif benzeri yazılı dili olan sadece Mayalar var.Diğer uygarlıklar sembollerle anlatmış.Ancak yine de Chichem Itza hakkında çok bilgimiz yok, fazla kaynak bulunamamış.Ancak şehirde iki kez yerleşim kurulduğu anlaşılabiliyor .Milattan sonra 600-918 arasındaki kent terkedilip sonra tekrar kurulmuş.1250 de ise artık kesin olarak terkedilmiş.Bu terk etmelere kuraklıkların sebep olduğu sanılıyor.Obruklar da su ihtiyacını karşılamamış muhtemelen.Obruklardan biri su kaynağı olarak diğeri ise kurbanlar için kullanılmış.Diğer Mezoamerika uygarlıkları gibi Itza Mayalar da insan kurban etmiş tanrılarına.Buradaki kutsal cenote (Cenote Sagrado ) şehre adını da vermiş : Su büyücülerinin kuyu ağzı ) .
Mezoamerika uygarlıklarında piramitlerin ilk yapılış amacının çevredeki vahşi ormanın ötesini görmek olduğu sanılıyor ama zamanla tapınma ve ritüel merkezi haline gelmişler.Chichen Itza ‘nın en büyük,en görkemli piramidi olan Kukulkan da böyle.Bugün grimsi gibi görünseler de bu piramitler ve şehrin diğer binaları zamanında gayet renkliymiş.Tapınaklar,piramitler ve diğer dini yapıların rengi kırmızı,diğer sivil yapılar sarı,yeşil,siyah ve özellikle beyaz boyanmış.Mavi ise tanrıların rengi.Bu bölgede mavi indigo bitkisinden elde edilmiş ve elde edilmesi çok kolay olmuş.Mavi renk tanrılara verilen kurbanları anlatan rölyeflerde çok kullanılmış.Bu da buraya gelen İspanyolları çok şaşırtmış çünkü o dönemde Avrupa’ da mavi rengi elde etmek çok zormuş ve kilise, katedral süslemelerinde kullanılırken çok dikkatli kullanılan ayrıcalıklı bir renkmiş.
Biletinizi alıp Chichen Itza’ ya girdiğinizde öncelikle odaklanmanız gereken dört yapı var.Kuzey Büyük Meydanı diyebileceğimiz bu bölümde ( Gran Plaza Norte ) girince tam karşınızda Kukulkan Piramidi, solunuzda Top Sahası,top sahası ile Kukulkan Piramidi arasında diyebileceğimiz şekilde Venüs Platformu ve yakınındaki daha küçük iki platform( Platform of Eagles & Jaguars ve Platform of Skulls) ve Tzompantli ,piramidin doğusunda olacak şekilde Bin Sütunlu Meydan da diyebileceğimiz La Plaza de Las Mil Columnas ve bağlantılı olarak Market ve o kompleksin hemen yanında da Savaşçılar Tapınağı( Templo de Los Guerreros ) . Şimdi başta Kukulkan Piramidi olmak üzere bu yapılara odaklanalım:
Kukulkan Piramidinin yüksekliği :30 metre.Kukulkan anadilde tüylü yılan anlamına geliyor.Piramidin kuzeye bakan yüzünde yerden tepeye uzanan iki tüylü yılan figürü bu ismi almasını sağlamış.Kuzeye bakan yüzdeki iki aşağıdan yukarı uzanan tüylü yılan figürü hariç ölçüler ve mimari anlamında piramidin dört yüzü birbirine eşit.Kukulkan ın diğer adı da Castillo ( İspanyolcada kale ) .Astronomi,geometri,matematik ve akustik gibi Mayaların temel ilgi alanlarını kendisinde barındırıyor bu piramit.
Bu piramidi iyi anlayabilmek için Maya takvimini anlamak gerekiyor.Tarım toplumu olan Mezoamerika uygarlıkları için hava olayları çok önemliydi.HAAB adı verilen bir güneş takvimi kullanıyordu Mayalar.Bu takvimde güneşin ve yıldızların hareketleri izleniyordu.Haab da her biri 20 gün olan 18 ay vardı.Ayrıca uğursuz kabul edilen 5 gün daha vardı ki bu günler de dışarı bile çıkılmaması önerilirdi.Bu şekilde toplamda 365 gün vardı bir yılda.Kukulkanın her bir yüzünde 91 basamak vardı.Bu basamakların toplam sayısı 364 ederken tepedeki küçük platformu da hesaba katarsak 365 etmekte.
Haab yanında Mayaların kullandığı ikinci takvim : Tzolkin idi.Bu takvimde ise 260 gün kutsal bir düzende yer alırdı.Haab ve Tzolkin 52 yılda bir aynı hizaya gelip yeni bir siklüs başlatıyorlardı.Bu nedenle bizim şuanda asır olarak kabul ettiğimiz kavram onlarda 52 yıldı diyebiliriz.
Bu piramitte her yıl olağanüstü bir olay gerçekleşir: Mart ve Eylül ekinokslarında piramitteki yerden yukarı uzanan tüylü yılanın gölgesi yanındaki duvara düşer .Böylece ağzı kutsal obruğa( sacred cenote ) bakan tüylü yılan vücudunu gölge olarak görmüş oluruz.Ekinoksta bu tip özellikler barındıran dünyada başka antik heybetli yapılar vardır,mesela : Angkor Watt, Macca Piccu,Mısır Piramitleri.
Mayaların sadece güneş yolunu takip ederek ekinoksta gerçekleşecek bu gölge oyununu hesaplayabilmeleri ve piramitin yönünü buna göre oluşturmaları olağanüstü değil mi ?
Piramitlerin birbirleri ile olan konumları ve basamakların yerleşimi ilginç bir akustiğe de yol açmaktadır,şöyle ki Kukulkan kenarında elinizi çırptığınızdabu coğrafyada yaşayan ve kutsal sayılan güzelim tüylü kuşun ( Quetzal ) çıkardığına benzer bir ses alırsınız.
Tipik olarak piramitler üç bölümden oluşur : platform,piramit ve tapınak.En üstte yer alan tapınağın içinde üç oda yer alır.Mayaların bulduğu bir yöntemle tavanı güçlendirilerek yapılmış olan Kukulkan Piramidinin en üstteki tapınak bölümü bin yıldır ayakta kalmıştır.
Kukulkanın içinde daha eski bir tapınak vardır ki bunun adı Kırmızı Jaguardır çünkü içinde kırmızı bir jaguar heykeli vardır.Bazen 52 yılda bir yani yukarıda anlattığım şekilde bir takvim döngüsü tamamlandığında Mayalar bir tapınak üzerine yenisini yaparlardı.Kırmızı Jaguar tapınağının altında bir tane daha daha küçük bir tapınak vardır ve bu üçü bir obruğun ( cenote ) nin üzerindedir ve ayrıca üçünün de yönü aynıdır.
Kırmızı Jaguar tapınağının bulunuşu önemlidir çünkü içinde ilk günkü haliyle korunan bir Chac Mool ve Jaguar şeklinde taht bulunmuştur.Chac Mool Kolomb öncesi taş heykellere verilen isimdir.Midesinin üzerinde bir tepsi tutuyormuş gibi görünen, kafası ve vücudu bir tarafa dönük uzanmış insan figürleri olan bu heykellerin neyi temsil ettiği bilinmemektedir. Kırmızı Jaguar tahtın kırmızında cinnabar ve civa bulunmuştur ki bu cinnabar o dönemde Maya coğrafyasında bulunmamaktadır.Uzaklardan getirilmiş bir madde ile boyanmış olması bu jaguar tahtı değerli kılmaktadır zamanında.
Mayalar şehirlerinde binalar arasında ağaç yetiştirilmesine izin vermezlerdi çünkü şehirleri müthiş bir orman çevreliyordu zaten.Bir de üstüne şehir içindeki ağaçlar yapılara zarar verebilirdi.
Antik şehirde en çok dikkat çeken yapılardan biri top oyunu sahası.Mezoamerika uygarlıklarında çok oynanan bu top oyununun sonunda yenilen takım oyuncularının tanrılara kurban verildiği sanılıyor..Chichen Itzadaki oyun sahası tüm Mezoamerikadaki oyun sahalarının en büyüğü.120×30 m ölçülerinde.Top sahasının boyutları değişmemiş ama şekli yüzyıllarca aynı kalmış.Bu top oyunu dizler,dirsekler ve kalçalarla oynanıyordu.Yapıda tanrılara kurban edilen sporcular resmedilmekte.
Top sahasının güney tarafında Templo Superior de Los Jaguares ( Upper Temple of the Jaguars) görülebilir.
Top sahasının bir tarafında Tzompantli uzanır.Bu uzun platform kafatası kabartmalı frizlerle çevrilidir.Bu kafatası kabartmalarının amacı düşmanlık yapabilecek komşulara veya asilere göz dağı vermektir.Bu kabartmalar başka bölgelerde de kullanılmıştır Chichen Itza dışında.Tzompantliye yakın Kartalar ve Jaguarlar platformu yer alır.Büyük meydanın ortasına yakın bir yerde büyük Venüs Platformunu görebilirsiniz.
Antik şehirde ritüellerde kullanıldığı düşünülen birçok platform yer almakta.Bunlarda kartallar ve jaguarlar kalpleri tutarken resmedilmekte.Tanrılara insan kurban ederken kalpleri sökülerek sunuluyor çünkü.
Dört önemli yapının dördüncü olan ‘ Savaşçılar Tapınağı’ şehrin doğu tarafında yer almaktadır.Bu tapınak adını üzerinde elleri bağlı mahkumlarla savaşçıların rölyefleri olan kolonlardan almaktadır.Bu rölyefler ve kolonlar bir zamanlar renkliymiş elbette ve muhteşem bir görüntü oluşturuyorlarmış.Şuan tepesi olmasa da vakti zamanında kolonların üstü kapalıymış.Tapınağın tepesinde bir Chac mool yer almakta.Yukarıda anlattığım Chac Mool un tepsi şeklinde olan karnında kurban kalplerinin tanrılara sunulduğu düşünülüyor.
Bin Kolonlu Plaza( La Plaza de Las Mil Columnas) Chichen Itza ‘ da ilgi çeken bir başka bölüm. Şu an sadece kolonlar kalsa da bir zamanlar üstü kapalıymış.Bugünün sergi,kongre,ticaret merkezi gibi oldukça büyük ve uzun bir yapı hayal etmelisiniz.Tapınakların aksine( tapınaklar ve kurban-platform ritüelleri kırmızı boyalıymış) bu bölüm beyaz boyalıymış.Kolonlarda da yine.Festivallerde ve büyük toplanmalarda faydalanıldığı düşünülen kolonlu bölümün arkalarında iki katlı yapılar yer almakta ki zamanında dükkan, ticaret merkezi gibi fonksiyonları olması muhtemel.
Chichen Itza’ ya başlarken biletinizi alıp Chichen Itza ‘ ya girdiğinizde öncelikle keşfetmeniz gereken dört yapıyı böylece bitirmiş olduk.Şimdi antik şehrimizdeki diğer bölümleri daha hızlı olarak inceleyebiliriz.
İlk olarak Kutsal Obruk ( Sacred Cenote ) a bakalım : Sacred Cenote’ ye giden yol zaten dikkatinizden kaçmaz.Kukulkan Piramidinin kuzey tarafında, Venüs ve diğer platformlara yakın, her iki tarafını şenlikçi satıcıların doldurduğu bir uzunyol burası.Evet , Chichen Itza içinde yani bilet alıp girdiğiniz bölümde yüzlerce belki binlerce satıcı standı var.Binlerce çeşit hediyelik eşya satıyorlar.Uyduruk şeyler de var ilginç ve güzel şeyler de.. En sık rastlayacağınız üfleyince jaguar sesi çıkaran seramik objeler.Gerçekten jaguar sesi çıkarıyorlar ve çok hoş.Bir de malum Quatzl kuşu sesi çıkaranlar var ki o da güzel ama jaguar sesinin etkileyiciliği yanında biraz sönük kalıyorlar.
Mavinin burada dönem Avrupasına göre oldukça kolay elde edilebilen bir renk olduğundan bahsetmiştim( indigo bitkisi sayesinde ) Mavi renk Mayalarda tanrının rengi.Bu nedenle burada çok sayıda mavi renkte maskeler ve objeler görebilirsiniz.Bir kısmı çok güzel.Ben bir tane aldım.Jaguar sesi çıkaran seramik ( düdük mü desem ) nesneden de almak istedim ama Tayfun’ bunu şehirde nasıl öttüreceksin ‘ deyince vazgeçtim ama bence siz bir tane alın.Birkaç tane de hediye alın hatta.Bazı şeyler çok sayıda görünce insana sıradan gelebiliyor ; oysa bilin ki orada bulduğunuz bazı şeyleri bir daha bulamayacaksınız ve oldukça ucuzlar.
Cenoteler Mayalar tarafından yeraltı dünyasına geçişin bir yolu sayılmış.Kukulkan Piramidinin de bir cenote üzerine kurulmuş olmasının sebebi bu olsa gerek.KutsalCenotede insan kemikleri,değerli metal ve değerli taş parçaları bulunduğu için buranın tanrılara insan kurban etmek için kullanıldığı düşünülüyor.
Chichen Itza ‘ da görebileceğiniz diğer cenote ise tam ters yönde,güney tarafta.İsmi : Cenote Xtoloc.Hemen yanında aynı isimli bir tapınak olması nedeniyle bu cenotenin de dini gerekçelerle kullanılmış olduğu düşünülüyor ve aynı zamanda su kaynağı olarak kullanılmış.
Cenote Xtoloc ‘ un yanında yüzünüz girişe dönük durduğunuzda solunuzda La Plaza del Osario (Ossuary Meydanı – Kemikhane Meydanı) ve Caracol Plaza yer alır.
La Plaza del Osario da genellikle cenazelerle ilgili yapılar bulunmakta.Burada ilk sırada yer alan kolonlu platformun cenaze evi gibi kullanıldığı sanılmakta.Onun yanında yine bir Venüs platformu ( daha büyüğü ve ilki Kukulkan Piramidinin olduğu ana meydanda idi) .Bunlardan sonra pek sık rastlanmayan bir şekil olan yuvarlak platform yer alır. Diğer iki ve büyük yapı ise Piramides Ceremoniales ( Tören Piramidi ) ve El Osario (Kemikhane ) .Bu plaza yakınında bulunan House of Metates ( La Casa de Los Metates) in de zamanında cenaze törenlerinde görevli kişilerin kaldığı evler olduğu sanılmaktadır.
Ossuary nin hemen güneyinde Kırmızı Ev ( La Casa Roja ) bulunur.Bu ismi içindeki kırmızı boyamalardan almaktadır.Bu arada şunu belirteyim : Chichen Itza ‘ da herhangi bir piramide tırmanamıyor ve kapalı olan bir yapının içine giremiyorsunuz.Biz 1995 te Teotihuacan’da Güneş Ve Ay Piramitlerine tırmanmak mümkünken artık değil.Bunlar piramitleri ve diğer tarihi yapıları korumak amacıyla alınmış önlemler.
Biraz daha güneye ilerlediğinizde Gözlemevi olarak kullanılan El Caracol ile karşılaşacaksınız. Yukarısındaki pencereler ve boşluklar gökyüzü gözlemi yapacak şekilde tasarlanmıştır.
El Caracol ‘ un hemen güneyinde El Templo de Los Tableros içinde muhtemelen yakılarak kurban edilenlerin seremonilerinin yapıldığı bir yerdi.
Bunlara yakın olarak Manastır ( La Casa de Las Monjas ) olarak kabul edilen büyük yapı bulunmakta.Hemen yanında ise küçük bir kilise. La Casa de Las Monjas ‘ ta özellikle Yucatan’ ın kuzeyinde kullanılan bir mimari tarz olan Puuc stilinin kullanıldığını görürüz Bu stilde uzun burunlu maskeler yüzey rölyeflerinde çok kullanılır.Manastır kompleksinin yanındaki kilise ( La Iglesia ) denilen yapı Puuc stiline iyi bir örnektir.
.Bu bina kompleksinin içinde yer alan avlulardaki tek katlı yapıların toplumun önemli kişilerinin evleri olduğunu düşünülmektedir.
Chichen Itza ‘ yı çok iyi anlayabilmeniz için Manuel Bravo ‘ nun hem İngilizce hem de İspanyolcasını yapmış olduğu 28 dakikalık Youtube videolarını izlemenizi tavsiye ederim.Youtube videosu kalamayacak kadar yüksek bir belgesel değere sahip bu videolarda hem yapılar sırasıyla çok güzel tanıtılıyor hem de renklendirme ve demonstrasyonlarla şehrin eski hali hakkında çok iyi bir fikriniz oluyor.
Asla unutamayacağım çok etkileyici Chichen Itza ‘ dan çıkınca 6 bin kadar Cenoteye ev sahipliği yapan Yucatan yarımadasındaki en büyük cenote olan Ik-Kil e doğru yola çıktık.Arabayla sadece birkaç dakika sürüyor.Girişte bilet alıyorsunuz çünkü özel bir işletme tarafından işletiliyor.İçinde bir hotel de var.Birçok kafeler,restaurantlar var.Biz de cenoteye girmediğimiz için o vakti bir kafede oturarak değerlendirdik.
Cenoteye girmek için can yeleği giyiliyor.Birçok giren var.Görmeye değer bir doğal güzellik.
Nil bize hava kararmadan otelinizde olun dediği için fazla oyalanmadan yola çıktık.Otobanda aşağı yukarı 4 saat gittikten sonra Mayakobaya vardık.Mayakoba Yukatan yarımadasında bir bölge.Bu bölgede çok fazla cenote varmış, belki bu nedenle buraya çok fazla tatil köyü kurulmuş.
Anlaşılıyor ki Yukatan yarımadasının ve Meksikanın en büyük problemlerinden biri su.Daha önce bahsettiğim gibi Yukatan yarımadasının tek su kaynakları sayıları 6 bini bulan cenoteler. Son 20 yılda taze su kaynaklarının %59 oranında azaldığı bildiriliyor.Su büyük oranda derin kuyulardan elde ediliyor.Deniz suyunun arıtılması da ikinci yol. 15 yıla kadar bölgede büyük bir su krizi olacağı öngörülüyor..Susuz bir coğrafyada bu kadar çok tatil köyü ve yazlık konut yapılması büyük bir öngörüsüzlük gibi.
Mayalar ve Aztekler şehirleri çoğu zaman birden boşaltmışlar.Bu bazılarınca ‘ gizem ‘ gibi empoze edilmeye çalışılsa da büyük ihtimalle sebep hep kuraklık ve susuzluk olmuş.
Bizim üç gece geçireceğimiz Fairmont Mayakoba’ gelince önce kapıda kontrol edildik misafir listesindemiyiz diye.Sonra bir cennetin içine daldık.Araba ile inanılmaz bir doğanın içinde epeyce ilerledikten sonra otel girişine vardık.Sizi ilk karşılayan otelin ana binası ancak bu ana binadan denize kadar yine 1-2 km var ve bu bölümde de küçük evler şeklinde otel odaları var.Biz gece gittiğimiz için bunu ancak ertesi sabah görebildik.
Çok güzel bir bina.Eğimden dolayı yukarıda kalıyor ve çok büyük terasından bakınca ormanın ardından denizi görüyorsunuz.
Gece bile havanın çok sıcak ve rutubetli olduğunu hissettik;kasım aslında Meksika seyahati için iyi bir zaman çünkü yazın şiddetli yağmurlar var.Aslında burada yıl güney doğu Asyada olduğu gibi yaz-kış- bahar diye değil kuru mevsim- ıslak mevsim olarak değerlendiriliyor yoksa hava hep sıcak ve nemli.
Sabah kahvaltıdan sonra Tulum Antik kentine gittik.Küçük ama çok güzel bir Maya liman kenti.Teotihucan veya Chichen Itza gibi görkemli ve hayran bırakan bir şehir olmasa da o antik şehirlere göre o dönem insanlarının günlük yaşantısını Tulum Antik Kentinde çok iyi hissedebiliyorsunuz.Hemen denizin üstünde,farezler üzerinde kurulmuş olması da çok etkileyici.Buradan denize baktığınızda resifleri uzaktan görebiliyorsunuz, zaten yakınında insanları getirmiş çok sayıda kayık var.Sanırım resife zarar vermemek için küçük kayıklar dışında bir su aracına izin verilmemiş.
Tulum Antik Kentine duvarların içindeki minik geçitlerden giriliyor.Bu antik duvarlar, belki de 1000 yıllık.
Orman,deniz,şehir birbirine geçmiş ve büyük bir güzellik oluşturmuş.Mutlaka gidin.Zahmetsiz geziliyor zaten.Çok rüzgarlı olduğu için sıcak da daha az bunaltıyor.
Bu şehir de ciddi hasar veren bir kasırga sonrası terkedilmiş.Sonra unutulmuş ve 19.yüzyıl sonlarında tekrar keşfedilmiş.
İnsan Tulum Antik Kentinde gezerken kendini hem mutlu hem şanslı hissediyor böyle bir yeri görebilme şansına sahip olduğu için.
Daha sonra dünyaca meşhur Tulum Sahil Beldesine gitmeye karar verdik.Şöyle anlatayım.Bir cadde düşünün, sağlı sollu restarurantlar,kafeler ve tatil köyleri.Denizi görmüyorsunuz çünkü solunuzda ama yoldan denize 200 metre kadar mesafe var ve bu alan çok ağaçlık.Aralarda oteller, barlar,kafeler var.Sağda da büyük tatil köyleri .Ancak siz şehre ilk girdiğinizde ,arabayla ilerlerleken aralara restaurantlar,barlar kurulmuş bir vahşi ormanda ilerliyormuş gibi hissediyorsunuz.O kadar yeşil ve güzel bir yer. Sona doğru dar bir alan geliyor ,burada denizi görüyorsunuz .Ondan sonra yol denizin kenarından ilerliyor .Tulum’ un en cavcavlı yeri buradan gerisi.
Nil bize Azulic Otel diye bir otelden bahsetmişti.Tüm instagramcılar çekimlerini Azulic civarından yapıyormuş.Bu otel ağaç gibi yapılmış,görülmeye değermiş.Barında bizim için 5 e rezervasyon yaptırmış , çünkü otele öylesine girilemiyormuş.Biz de arabayı Azulic’ e yakın bir yere park edip sırada bekleyen insanlara katıldık, meğer bar 5 ten önce açılmıyormuş ve o insanlar da açılışı bekliyormuş.Ben bu bilgieri kapıda bekleyen görevliden öğrendim.Neyse ki hiç İngilizce bilmiyordu ve böylece ben İspanyolca anlaşmak şansına sahip oldum.
Turistik yerlerde ben İspanyolca konuşmaya başlayınca tabii ki yavaş ve düşünerek konuştuğumdan görevli İngilizce biliyorsa ( çoğu zaman az da olsa biliyorlardı) İngilizce devam etmek istiyordu ve ben de ısrar edemiyordum.Ancak hiç İngilizce bilmeyen biriyle karşılaşınca epeyce seviniyordum çünkü o zaman kişi sizi sonuna dek dinleyip cevap veriyordu.Bu görevliyle de öyle oldu.Hatta sanırım zahmet edip dillerini öğrenmeye çalıştığım için mutlu da olmuş olacak ki epeyce canayakın davrandı.Adam başı 1000 peso ödeyecekmişiz ve bunun karşılığında bir içecek içebilirmişiz.Bu fiat bana çok geldi ve nasılsa Tayfun da kabul etmez , gideriz diye düşündüm.
Tayfun arabayı park edip geldiğinde o ‘ madem Nil bu kadar önerdi,vardır birşey, girelim ‘ deyince de çok şaşırdım. Saat 5 ‘ e yaklaşırken İngilizce bilen bir kız sıradakilere elindeki ipadden birşeyler gösterip sormaya başladı.Önümüzdeki Amerikalılarla anlaştılar, onlar içeri girdi.Sıra bize gelince kız sahil barına alınmadığımızı, roof bara alınacağımızı, buna rızamız varsa girmemizi söyledi.Elindeki ipadden de roof bardan görüntüyü gösteriyormuş.Bana saçma geldi, Tayfun’ a bu kadar para vermeye gerek olmadığını söyledim ve biz girmeyeceğimizi bildirdik.Yani instagram fenomeni olsak hadi o parayı verelim; durup dururken niye verelim ?
Biz de yürüyüp bir ada geçit bulup sahile geçmeye karar verdik.Yeşlliklerin arasından sahile geçtik.Bence Tulum’ da yeşili şimdilik iyi korumuşlar.Tulum sahili gerçekten çok güzel.Geniş, açık renk kumlu bir plaj,güzel bir deniz.Sahil boydan boya kafe,bar ve restaurantlarla kaplı ama sahilin denize yakın kısmında şezlong terörü filan yok.Sahilde bir süre yürüyüp rezervasyonumuzun olduğu Hartwood’ a vardık.
Hartwood’ dan önce arabımızı restauranta yakın bir otoparka park ettik ve 200 peso ödedik.( süre vermediler,12 den önce gelirmisiniz ? dediler.Biz zaten en fazla 10 a dek kalmayı düşündüğümüzden sorun olmadı.Hartwood yolun sağında, yani deniz olmayan tarafta.Hartwooda gidene dek birçok havalı işletme gördük,meşaleler filan.Neyse ki Hartwood öyle çıkmadı.Bira bahçesi havasında bir yerdi. Arkada bir odun fırınında birşeyler yapılıyordu.Gerçekten güzel bir yemek yedik.İştah açıcılar sadece deniz ünleriydi, bir de salata vardı .İlgilenenler için yemekleri Meksika Gezisinde Restaurantlar ve yemeklerde konusunda yazacağım.
Otoparka yürürken herhangi bir güvenlik sorunu yaşamadık.Yolda çok güzel görünen bir dondurmacıda güzel bir dondurma yedik
Ertesi gün tüm günümüzü gerçekten muhteşem bir doğası olan tatil köyümüzde geçirecektik.Plan buydu.Denize girip doğanın tadını çıkaracaktık.Tatil köyünün jungle içine kurulduğunu söylemiştim.Burada ayrıca deniz içeri doğru 2 km kadar fiyord gibi girinti yapıyor.Gece jaguar sesi duydum, evet bildiniz jaguar.Bizim kaldığımız ana otel bölümünden sahile dek elektrikli golf arabaları var.Özellikle gece onlarla gidip gelirken vahşi hayvan sesleri içinde safariye çıkmış gibi oluyorsunuzu.Bu gidiş gelişlere bayılıyordum doğrusu.
O günü akşama dek sahilde geçirme planımız saat 3 gibi başlayan sağnak yağmurla bozuldu.Aslında yağmur da hoşuma gitti ancak sahilde kalınamayacak kadar çok yağdı.Odaya gidip balkonda doğayı dinledik.Sonra da tatil köyünün Meksika restaurantı olan Laguna’ ya gidip ummadığımız kadar iyi bir Meksika yemeği yedik.
Çok renkli,çok eğlenceli,tarihi,doğayı,denizi, Ölüler Gününü, Meksikalı dostlarımızla tanışmayı, büyük şehri, kolonyal şehirleri içine alan şahane Meksika tatilimiz böylece bitti.Tekrar döneceğimizi söyleyerek ayrıldık sevgili ülkeden.
Şimdi biraz bazı izlenimlerimizi aktarmak istiyorum.
Meksika genel olarak hoş, güzel bir ülke.Tarih,doğa,deniz,el sanatları,mutfak ve insanların cana yakınlığı ideal bir turizm ortamı yaratıyor.Biz gezdiğimiz yerlerde kartellerden etkilenmedik.Daha tehlikeli olan bölüm kuzey yani ABD ye yakın yerler.Çeteler özellikle buralarda kapışıyor çünkü sınır savaşları oluyormuş.Yine de çok güvenli gözüken Oxaca’ da bile yerel rehberlerimiz özellikle akşamları turistik sınırların dışına çıkmamamız konusunda bizi uyardı.Genç rehberimiz Marianne’nin öğretmenlerin kartel kontrolundaki sendikalara girmemek için yüksek maaşlı devlet öğretmenliği yerine düşük maaşlı özel sektör öğretmenliğini tercih ettiğini anlattığını yazmıştım; yani biz turist olarak hissetmesek de gerçekler var.Yine Oxaca’da yoldan taksi tutmamamızı, taksi şirketlerinin yoz olduğu,kaçırmalar,hırsızlıklar yaşandığı yerel rehberlerimiz tarafından bize bildirildi.Bu nedenle havaalanına dönüşte otelin bize sağladığı taksiyi kullandık.
Mexico City’ de de geceleri dışarda kalmamamız ve bir yere gideceksek Uber kullanmamız tavsiye edildi.
Bir de tüm seyahatimiz boyunca gördüğümüz şu olgu var.Bir açık askeri kamyonette 5-10 asker ayakta durarak ve ellerinde makinelilerle özellikle otoyollarda ama genelde tüm yollarda geziyorlar.Bunun amacı sanırım kartellere göz dağı vermek ve bu bölgelere bulaşmayın demek.Bunu her yerde gördük ve sık rastladık.
Yucatan’ ın genel olarak güvenli olduğunu söyleyebilir ancak sanırım Meksika’yı gezerken size verilen öğütlere bağlı kalmanız uygun olur,örneğin karanlıktan sonra yollarda olmayın öğüdü.Ancak Tulum -Mayakoba arasının güvenli olduğu söylendi , o nedenle Tulum’dan Mayakoba’ ya akşam dönmekte sakınca görmedik.
Bizim dikkatimizi çeken ülkede hala bir kast sisteminin var oluşu.Yerliler çok fakir .Bunu özellikle Oxaca’ da daha iyi hissediyorsunuz.Oxacada mezkal üretimi ve turizm dışında bir gelir yok.Turizm ise Yucatanda olduğu gibi büyük çaplı turizm değil, butik turizm.Bu nedenle halkın fakirliğini daha iyi görüyorsunuz.Susuzluk nedeniyle bereketli topraklar da yok.Parklarda otururken minik el sanatlarını yok paraya satmaya çalışan insanlara çok rastlıyorsunuz; onlardan kazandıkları para ev geçindirmeye asla yetmez.
İlelebet kendi vatanında yaşamış bizim insanımız fakir de olsa mazlum değildir; oysa burada yüzyılların ezilmişliğini görüyorsunuz bu insanlar üzerinde.300 yıl boyunca ölümüne işgücü olarak çalıştırılmışlar.Ölümüne diyorum, ucuz işgücü demiyorum.
İspanyol istilasından sonra halkın %90 ı salgın hastalıklardan( çiçek,frengi,polio gibi) ölmüşler çünkü İspanyollardan önce bu kıtada bu hastalıklar yokmuş.Bu hastalıklara karşı hiç bağışıklıkları olmadığı için maruz kalınca gerçek bir kıyım yaratmış yerlilerde bu durum.Bir de aşırı kötü çalışma koşulları da çok ölüme neden olmuş.Yerli halkın sayısı % 90 azalınca Afrika’dan köle getirmişler.
Bu yüzyıllar süren aşırı kullanılma durumu bu insanlara eziklik getirmiş.Aşırı kaderlerine razılar .Ama her etki gibi bu da tepki getirmiş: Karteller ve çeteler.Güzel memlekete yakışmayan bir durum gerçekten.
Meksika ABD lilerin sevdiği bir tatil rotası,özellikle sahil beldeleri.Mesela Fairmont Mayakoba’ da çok sayıda ABD li turist vardı,, neredeyse misafirlerin tamamı.
Meksikalılar novella ve dizilerden dolayı Türkleri tanıyor ve seviyorlar.,özellikle Can Yaman’ ı çok sordular.
Beyaz İspanyollar bence çok ayrıcalıklı yaşıyor. Yerlilerin koşullarını değiştirmek için atılan büyük adımlar yok bence.Ayrıcalıklı kesim çalışanlarına iyi davranmak, el sanatlarını desteklemek gibi küçük eylemlerde bulunup kendi vicdanlarını rahatlatıyor gibiler.
10 gün bir ülkenin sosyal durumunu analiz etmek için elbette yeterli bir süre değil.Yazar Eduardo Galeano’nun güzelim ‘ Latina Amerikanın Kesik Damarları ‘ kitabı ve başka okuduğum dokümanlar,biraz rehberlerimizin anlattıkları ,biraz da gözlemlerimle kendimce sonuçlar çıkardım.
Gözlemlere bir örnek vereyim mesela.Tulum Antik Kenti girişinde yolların taşları sökülüp yeniden takılıyordu.Çok sayıda işçi çalışıyordu o sıcakta ,çünkü emek çok ucuz.Zavallı yerli işçilere ne bir iş kıyafeti, ne bir kask ve hatta güneşten korumak için hasır şapka bile verilmemişti.Kendi kıyafetleriyle,toz içine, o sıcak ve nemli havada ,muhtemelen üç kuruşa ve yine muhtemelen sigortasız çalışıyorlardı; çünkü burada devlet de dahil sigortasız, geçiçi çalıştırmak çok yaygınmış.İşgücü o kadar ucuz ki her yerde olması gerekenin 3 katı insan çalışıyor.
Meksika mutfağı hakkındaki tesbitlerimi de aktarayım.Sonra okuduğum bazı kaynaklar bana haklı olduğumu gösterdi.İspanyollar buraları işgal ettiklerinde mutfaklarını getirmek yerine buranın mutfağına adapte olmuşlar.Zaten uzak bir coğrafya,ilk gelenler arasında tarımla uğraşabilecek kimse yok .Dolayısıyla Mayaların.Azteklerin yüzlerce yıldır yaptığı güzel yemeklere adapte olmak kolay olmuş.
Mutfak biber,fasulye ve mısır üzerine kurulmuş diyebilirim.Teotihuacan ‘dan elde edilen verilen büyük ölçüde hindi ve eti için yetiştirilen köpek eti de tüketildiğini gösteriyor..Bizim kesip yediğimiz,yumurtasından,sütünden faydalandığımız hayvanların hiçbiri onlarda yokmuş, mesela :tavuk,koyun,keçi,inek,sığır,at vb) Çok geleneksel bir yemek olan TAMAL size ne yedikleri hakkında çok ipucu veriyor.Mısır unundan bir hamur yapıp içine bazı soslar kattığınızı ve sonra bunu mısır koçanına sarıp pişirdiğinizi düşünün.
TORTiLLA yine mısır hamuru.Bunu gevrek yap TOSTADA olsun,üstüne birşeyler koyup ye.İspanyollar öncesi bizim yediğimiz anlamda et yeme alışkanlıkları yoktu,ancak tükettikleri etler vardı elbette ki mesela : tavşan,geyik,yabandomuzu,balıklar,kuşlar,semenderler,algler,kurbağalar,böcekler.
Mesela çekirgeler revaçta bir gıda.Hem yemeklerin içinde hem de atıştırmalık olarak tüketiyorlar.
TLAHUDA bir tortillayı büyük açıp gevrek yaptığınızı düşünün.Günümüz versiyonunda üzerine sos ve başka şeyler koyup sunuyorlar.
Ve tabiii MOLE. Meksikanın olmazsa olmazı.Biber, Meksika çukulatası ve biraz şeker karışımı bir sos ancak çeşitli varyasyonları var.Varyasyonlar kullanılan biber çeşitlerine ve oranlarına göre değişiyor.Çukulata yerliler için tatlı birşey değilmiş.Bir çeşit baharat olarak kullanılmış.Klasik mole sos da hafif acımsı mı desem,kırağımsı tam bilemedim.Bildiğiniz hiç bir tada benzemiyor.En çok tavukla tüketmekle beraber hemen herşeyle, herşeyin yanında,üstünde, içinde olabiliyor.Oxacada en orijinaline yakın moleler yedik ki tadlar bana hiç uymadı.Ancak diğer bölgelerde uluslararası damak tadına daha uygun varyasyonlar tattık, bazılarını beğendim bile.
Yine gelmek isteriz dediğimiz güzel Meksika tatilimiz böylece bitti.1995 yılında Acapulcoda katıldığımız Dünya Cerrahi Kongresi bittikten sonra otobüsle Mexico City ‘ e giderken yolda gümüş madeni şehri Taxco ‘ ya uğramış ve birkaç saat geçirmiştik.
Acapulco maalesef kötü yapılaşmaya yenilmiş bir doğa cennetiydi ancak artık popülaritesini tüketmeye başlamıştı ve insanlar tüketebilecekleri yeni cennetler bulmuşlardı Meksikada.Çok da iyi işletilmeyen dev oteller vardı Acapulco’da.Dev dalgaların olduğu sahilde maalesef son sabah bir Alman profesör boğulmuştu.Biz de sonra korkunç bir kasırga ve sel Acapulcoyu mahvetmişti.Ondan sonra da sanırım tam toparlanamadı ve artık kartellere teslim olduğundan söz ediliyor.
Taxco ise güzel,küçük bir şehirde bir madenin bir şehre,doğaya ne kadar zarar verebileceğinin örnek bir kanıtı gibiydi.
Bu gezimizde de Yucatan ve Oxaca’ yı epeyce tanımış olduk ancak Meksikada daha tanıyacak çok yerler var ,mesela : Chiapas, Baja California( kızıma göre en güzel yerler Baja Californiada ), Holbox ve Cazumel gibi.
Umarım bir gün yolumuz yine bu güzel ülkeye düşer.